Sunday, 27 December 2009

Özer

Altay maçında Alex'in yerinde yani kendi yerinde oynadı Özer. 2 gol, güzel bir oyun. Yetenkli olduğu belli çocuğun. Alex'in bir öğretmen gibi onu işlemesi ve arkasında durması onun neden sadece bir futbolcu değil, bir spor adamı olduğunu tekrar kanıtlıyor. Trabzon'daki gibi sol açıkta bir Tuncay Şanlı etkisi yaratması futbol karakteristiği gereği pek mümkün değil. Ancak ilk etapta Alex'in yerinde oynaması da pek mümkün değil. Kendisi de 3-4 sene sonra tam anlamıyla hazır olacağını söylüyor zaten. Ama bu temenninin arkasında Alex'in de onunla biraz daha kalması arzusu var. FB'nin bu kadroda risk alması gereken bir pozisyon yaratma lüksü varsa; bunu Özer için kullanmalı. Kulübün alışık olmadığı genç yetenek potansiyeli Gökhan ile müthiş bir uyum gösterdi. Özer bunu daha da ileri taşıyabilir. Çoğu pozisyonda alternatife sahip olan Daum, Alex'in bu takımın lideri, kaptanı, kahramanı, herşeyi olması sebebiyle ona bir alternatif zorlamaması anlaşılabilir. Ancak Özer'in Türk futbolu ve FB için büyük şans olduğu herkesce aşikar. Özer'in stilinin Milan sonrası Bordeaux'da kendini bulan Gourcuff'a benzediğini düşünüyorum. 10 milyon Euro edecek mi göreceğiz.

Katalunya

Karışık duygular içerisindeydim bu maçla ilgili. Hepimiz mi Katalanız bilinmez, anlaşılmaz, Barcelona sayesinde adamların İspanya'ya verdiği sıkıntı ölçülemez boyutlarda. Bask bölgesi gibi silahla savaşmak yerine dünyayı kendisine aşık eden bir futbol takımıyla herşeyi meşru zemine taşımış görünüyorlar. Barça altyapısının harikalarından güç alarak kurulan Katalunya milli takımı, ebedi Barçalı Cruyff'un antrenörleri olmasıyla daha da bilinir hale gelmişti. Nou Camp'ta karşılaştıkları Arjantin'de ise ihanet etmeyen Messi yer almadı. Estudiantes'e karşı oynanan kıtalararası şampiyonluk maçı sonrası vatan haini ilan edilen Arjantinli bu maçta yer almadığı için üzüldüm. Katalunya'da Krkiç'i forvette görmek şaşırtıcıydı. Messivari bir gol attı. Zaten maçtan çok bahsetmek sportif olarak anlamsız. Basket maçı gibi koş koş bir oyun ve bomboş goller. Savunma yapan kimse yoktu. Arjantin rakibine iltimas geçiyor gibiydi. Maradona tribünde sakin sakin oturdu. Oleguer ve Gabri Nou Camp'a dönmekten çok mutluydular. Di Maria'nın golü muhteşemdi, diğerlerine de haksızlık etmeyelim, Krkiç'inki de bireysel olarak müthişti. UEFA ve FIFA'nın tanımadığı Katalan milli takımı sadece dostluk maçı yapabiliyor ama bu sempatiyle giderse İspanya'nın omurgasını oluşturan Katalanları kaybetmesi sürpriz olmaz.

Schumi

Geri döndü. Geçen sene tifosileri heyecanlandırmıştı ama boynu izin vermemişti. Geçen sezonun şampiyonu ve kadim dostu Ross Brawn çelmiş aklını. Ferrari üzgün ama geç kaldılar. Mercedes ile yapılan anlaşma sansasyonel. Brawn GP ilk sezonunda marka-sürücüler şampiyonu olup McLaren'den ayrılan Mercedes ile birleşti. Alman-İngiliz kapışmasına sahne olacak sezon. Bizim de geri dönmemiz gerekecek Mart itibariyle F1'a. 41 yaşında ama 3 senelik anlaşma ve şampiyonluklar istiyor. Button-Hamilton ve McLaren, Schumi-Rosberg ve Mercedes'ten intikam almaya çalışacak. Massa-Alonso ve Ferrari denklemin son halkası. Bu arada Kubica enteresan tipmiş, ilk defa dikkat ettim, kask varken herkes çekici demek.

Görmemişin Antrenörü

Lemerre'in Ankara'ya gelmesi ilginç. İyi para alıyordur ona şüphe yok, yardımcısı Ümit Özat da iyi fikir. Zorla ele geçirilen Ankaragücü'nü ileri götürmek için yapılmaya çalışılan işler göze fazla batıyor. Lemerre yönetimin takımı zor kurduğunu söylerken samimi değildi bence, ne olduğunu biliyor olmalı. Bu kadar iyi tesis görmedim demesi gidip oraya bakasını getiriyor insanın. Kariyeri Ankaragücü için fazlasıyla sofistike bir adamın takımın başında kalması mutluluk verici olabilirdi ama bu yönetim oldukça sarı lacivertlilerin antipatik kalması kaçınılmaz.

Right Back Of The Decade

Liverpoolfc.tv'deki oylamada %53 oy alan Steve Finnan son 10 yılın en iyi sağ beki seçilmiş. Yakışır.

%20-Carragher
%19-Babbel
%8-Arbeloa

Sunday, 20 December 2009

Hava Ayaz Mı Ayaz...

Güzel bir lig oluyor. İstikrarsız 5 takım liderliği kovalıyor. Daum'un nihayet toparladığı ve ayağa pas yapmaya başlayan FB, TS'yi deplasmanda, hem de çok iyi bir ilk yarı oynayarak 0-1 mağlup etti ve ilk yarıyı lider kapadı. Çok eleştirilen Güiza'nın golüyle öne geçtiler, sonra da kapandılar. Santosçok açık vermesine rağmen eğer kondisyonu ve disiplinini üst düzeye çıkarırsa takımın oyun kurmasına Gökhan kadar destek verebilir. Teknik oyuncu her zaman daha iyi savunma yapmayı bilen adamdır. Takımın koştuğu ve savaştığı Cristian'ın ileri çıkışlarından belli oluyordu. Özer'i daha iyi beklerdim, etkisizdi ve çok top kaybetti. TS'un üretemeyişi hem takım koordinasyonundan hem de FB'nin hırpalamasından dolayıydı. İlk yarı maç çok tempolu oldu, PL mücadelesi gibiydi. FB golü bulduktan sonra maç duruldu, Daum takımı maç başından beri ayağa oynadığı topu uzun dikmeye başladı. Zaten ayağa oynasalardı 2. golü bulurlardı, TS çok açık verdi. TS gol pozisyonları da buldu ama atamayacakları çok belliydi. Güneş bu takımı toparlar ve ilk 4'e sokar. Ama o kadar.

Soğuk havanın çarptığı diğer takım da Juventus. Catania'ya evlerinde mağlup oldular, her yerde yazıyor, son 5 maçta 4. mağlubiyet. Eksik olan kariyeri ağır bir teknik direktör, yaşı uygun bir yıldız. Diego tamamlayıcı bir adam ama takımı alıp götüren biri değil. Bremen'i taşımakla Juve'yi taşımak arasında dağlar kadar fark var. Ayrıca Melo'nun da yılın bidonu olmasına katılmıyorum. Adam Brezilya milli takımının ön liberosu. Kötü adam değil, Fiorentina'da oynadığı futbolu onu buraya getirdi. Poulsen'i de çok eleştirmişlerdi ama standart bakıldığında iyi adamlar. Yaratıcı oyun için Del Piero'nun yerine varis lazım.

Günü Dışarıda Geçirince...

Neler olmuş neler. ManU 3, Liverpool 2 yemiş. Crouch 2 atmış. Fiorentina-Milan maçı kar yağışı sebebiyle ertelenmiş. Arda-Elano-Keita-Kewell ve gol; GS 1-0 kazanmış. Antalya Kayseri'de huzursuzluk yaratmış, çirkinliklere rağmen deplasman galibiyeti. Yılmaz Vural ve Kasımpaşa seriye 3-1 ile devam demiş; yenilmezlik 7 maç. Barça Pedro ile maçı uzatmış, Messi ile Kıtalararası şampiyon, bunlara şahit olduğumuz için çok şanslıyız, tekrar ediyorum. City 4-3 galip ama Hughes mağlup; Mancini görevi devraldı. Sivas 2-3 galip, Baki uzatmada kendi kalesine çakmış. Bayern yine 5 atmış. Madrid arttırmış bahisleri, Zaragoza'yı 6'lamış, insaf. Ve benim çok uykum var. Detaylar yarın...

Friday, 18 December 2009

BJK-Bursa

Cuma akşamına neşe kattı bu maç. Sağanak yağmurun ağırlaştırdığı sahada top oynamak için akıllı olmaya ihtiyaç vardı. Kondisyonu daha iyi olanın ayakta kalacağı bir maç oldu. Bursa'nın iyi takım olduğunu biliyorduk ama İstanbul'da 0-1'den 2-1 geri düşüp maçı son 10 dakikada 2-3 alıp gideceğine pek inanmazdım. Maça iyi başlayıp Volkan Şen ile sağ kanadı harmanlayan yeşil beyazlılar, yine bu kanattan golü buldu. Ağır sahaya fazla teknik kalan Volkan'ı Turgay'la değiştirip Sercan'ın yanına süren Ertuğrul Sağlam gecenin yıldızıydı. İntikam alırcasına hamle üzerine hamle yaptı. Hançeri soktu soktu çıkardı. Denizli'nin takımı Nobre ile skoru eşitlemeden önce genç Sercan'ın savunmayı, özellikle Ferrari'yi yere yatırıp kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyonu kilit bir an olarak görmek lazım. Tello'nun akıllı çabuk frikik yan pasını Ekrem Nobe ile altı pasın kale çizgisine yakın kısmında buluşturması golü getirdi. Sonra baskı ve penaltı. 80'e girerken Sağlam'ın son hamlesi Ömer Erdoğan'ı Sercan'ın yerine sokmak oldu. Mağlupken güçlü stoperinden teknik santraforuna alternatif yarattı. İlk uzun doldurulan kafa topunda mücadeleyi kazanan Ömer, Ergiç'in golüne vesile oldu. Sonra son intikam hamlesini de Zapo yaptı. Golünü attı, sahayı turladı, maçı bitirdi. Son ana kadar ayakta kalan ve gol vuruşlarını Sercan'a rağmen tamamlayan Bursa şehirde muhtemelen coşkulu karşılanacak. Bursa taraftarı gelemedi belki ama evlerinde mutlu izlediler maçın sonunu.

Kura

Şubat'ı görmek güzel. CL'de olmasak da yeni formatıyla UEFA'da eşleşmelere katılmak eğlenceli. Gerçi bu eşleşmeler sonrası ne kadar eğleniriz meçhul.

CL'de en dikkat çeken eşleşme; Inter-Chelsea. Mourinho'nun her eşleşmesi olay. Barça ile eşleşse bir türlü, Chelsea ile bir başka. Kendi yarattığıyla yaratmaya çalıştığı karşılaşacak. Inter asla bir Chelsea değil. Daha gitmeleri gereken çok yol var. Serie A'dan ayrılmadıkça bir üst seviyeye çıkmaları da çok kolay değil. Hele Ancelotti'yle yakaladıkları anlayış onları biraz daha ileri götürdü. Güzel maçlar olacağı kesin. Diğer iyi eşleşme de Milan-ManU. Kağıt üstünde büyük maç ama Milan iyi bir ivme yakaladı diye onları çeyrek finalde görürüz diyemez kimse. ManU da Tevez ve Ronaldo'yu kaybedeli öksüz bende.Gelelim köyümüze. GS kötü sezon geçiren bir devi çekti; Atletico Madrid. Agüero ve Forlan'ı devre arasında kaybetmezlerse turun mutlak favorisi onlar. İki takımın da savunma zaafları ve üst düzey hücum kapasiteleri var. İspanya'daki ilk maçın sonucu turu belirleyecektir. FB ise nispeten daha insaflı bir kura çekti. Ligue 1'ün genç yıldızı Gervinho'lu Lille. Çok gol atıyorlar. Emre olmadan FB takım savunması yapamıyor. Tur Emre'nin sağlığına ve ilk maçta maksimum tek farklı mağlubiyete bağlı. Bence 2 takımın da turu geçme şansı eşit. Atletico düşüşte, Lille yükselişte. Bizimkiler şimdilik düşüşte. Ancak Şubat'a çok zaman var. Daha çok şey değişir.

Değişmeyecek olan ise bu turlar geçilirse karşılaşılacak takımlar. Romen Unirea ile eşleşen Liverpool bir sonraki turda FB'yi eleyecek gibi duruyor. Ben Unirea'nın Lpool'u zorlayacağına inanıyorum. Benitez'e ızdırap olmak en son dileğimdir ama Kadıköy'e gelirlerse buradan çok kolay çıkamayacaklardır. GS ise Everton-Sporting galibiyle eşleşti. Bu turu geçerlerse bir sonrakinde çok daha fazla şansları olduğu gerçek. Everton PL'de sürünüyor, Sporting ne kadar iyi olursa olsun kafa kafaya oynanacak bir kültürden. Objektif bakınca bu takımların 4'ü de 2 takımımızı eleyebilir, kimse şaşırmaz. Asıl sürpriz bu turları aşmaktır, Şubat sonrası bize lazım olan ligdeki kavgalar değil UEFA'daki turlar.

Stuttgart - Barcelona
Olympiakos - Bordeaux
Inter - Chelsea
Bayern Münih - Fiorentina
CSKA Moskova - Sevilla
Lyon - Real Madrid
Porto - Arsenal
Milan - Manchester United

Rubin Kazan - Hapoel Tel Aviv
Athletic Bilbao - Anderlecht
Kopenhag - Marsilya
Panathinaikos - Roma
Atletico Madrid - Galatasaray
Ajax - Juventus
Brugge - Valencia
Fulham - Shakhtar
Liverpool - Unirea Urziceni
Hamburg - PSV Eindhoven
Villarreal - Wolfsburg
Standard Liege - Salzburg
Twente - Werder Bremen
Lille - Fenerbahçe
Everton - Sporting
Hertha - Benfica

Hamburg - PSV Eindhoven / Athletic Bilbao - Anderlecht
Rubin Kazan - Hapoel Tel Aviv / Villarreal - Wolfsburg
Atletico Madrid - Galatasaray / Everton - Sporting
Hertha - Benfica / Kopenhag - Marsilya
Panathinaikos - Roma / Standard Liege - Salzburg
Lille - Fenerbahçe / Liverpool - Unirea Urziceni
Ajax - Juventus / Fulham - Shakhtar
Brugge - Valencia / Twente - Werder Bremen

Shankly

İngiltere'deki istikrarın ve modern futbolun duayeninin bir İskoç olduğunu biliyoruz; Sir Alex Ferguson. Onun gibi başka bir sembol, yine sabır gösterilen Arsene Wenger. Hep bu adamlar, özellikle Sir Alex yazılıp çiziliyor devamlı. Büyük usta.

Liverpool'un Wigan maçının devre arasındaki kutlamaları görünce anlam veremedim. Shankly kutlamaları? Biraz okudum, araştırdım. Sonra ortaya herkesin bildiği, Liverpool taraftarı diye geçinen bendenizin bilmediği büyük bir adam çıktı ortaya. Bu adam da İskoç. Merak etmeye başladım şu yeşil mekanı. Suyunda birşey var herhalde. Shankly, aynı Ferguson gibi (daha doğrusu tam tersi), Liverpool'un 15 sene başındaki adammış. Öncesinde yine Ferguson gibi kayda değer olmayan bir kariyer. 2. ligdeki Liverpool'u 14 kişiyle 1. lige ve daha sonra şampiyonluklara taşıyan, Kop'un Kop olmasına bile ivme veren adam. William Bill Shankly. Tesisleri, kültürü, takımı kuran adam. You'll never walk alone yazan Shankly Gates'in onurlu sahibi. Liverpool'u Liverpool yapan adam. UEFA şampiyonu yapan adam. Şimdiye kadar bahsetmemiş olmanın utancıyla aşağıda Liverpool kariyeri...

1962 Second Division champions
1964 First Division champions
1965 FA Cup Winners, European Champions' Cup semi-finalists.
1966 First Division champions, European Cup Winners Cup beaten finalists.
1969 First Division runners-up.
1971 FA Cup beaten finalists, Inter-Cities Fairs Cup semi-finalists.
1973 First Division champions, UEFA Cup winners.
1974 FA Cup winners, First Division runners-up.

Thursday, 17 December 2009

Ceza Budur!

Fluminense maçını 1-1 berabere bitirip küme düşen Coritiba'nın taraftarı sahaya girip hakemi kovalamıştı. Kavga kıyamet ... Federasyon acımamış, cezayı yapıştırmış. 30 maç saha kapatma + 300.000 dolar ceza. İşte bu iş böyle yapılır. Ceza dediğin budur!

Tuesday, 15 December 2009

Beleş Transfer

Rubin Kazan'ın 10 numarası Alejandro Dominguez Valencia'nın yolunu tuttu. Quilmes-River Plate-Rubin Kazan-Zenit-Rubin Kazan ve Valencia. Geçen sene 23 maçta 16 gol atan bir 10 numara. Rusya'da son 2 sezonun şampiyonluğundan birine katkısı olmuştu. Transfer bedelsiz. Silva'nın, Villa'nın gidişi sonrası İspanyol takımına ihtiyacı olan devamlılığı sağlayabilir. Bu transferleri, hem de bedelsiz duyunca ifrit oluyorum!

Monday, 14 December 2009

Ramos? Higuain?

Bu yaz çok transfer yapan Galacticos hafta sonu Valencia'ya konuk oldu. Maçı Kaka ve Ronaldo'suz kazanmalarından bahsetmek yerine farklı bir noktaya dair yazı. Higuain ve Ramos. Önce Arjantinliyle başlayalım. Geçen sezon sürünen takımın 15 maçlık galibiyet serisinde golcü Higuain iyice palazlandı. Büyük baskı ve stres altında, kritik maçlarda müthiş dönüş gollerine imza attı. İlk 11'in oyuncusu değil etiketi yapışmış olmasına ve pazarlaması kötü olması sebebiyle hep iyi yedek olarak görülmesi büyük yanlış. Benzema'nın, ki bence tüm transferlerin en iyilerinden biri, müthiş asistini içeri vurunca tekrar farkettim adamı. Golcü, son vuruşları etkili, vazgeçmeyen ve çok top kapan-kovalayan bir adam. Striker pozisyonunda Benzema dışında tam bir adam olmaması avantajı. Nistelrooy'un biten kariyeri, Ronaldo'nun aslen kanatta verimli olması, Raul'un yaşı, Benzema'nın partnerini Higuain yapıyor. Devre arası ya da sezon sonu büyük isim alınırda yazık olacak ama mutlaka her gittiği yerde Arjantinli ciddi iş yapacak.

Birkaç satır da Ramos için. Geçen senelerde stoper mevkiinde zaten iyi bir performansı vardı. Ancak milli takım ve Madrid'de sağ beke geçişiyle bence dünyanın en iyi oyuncularından biri oldu. Maicon'dan sonra yazarım takımıma. Kafaya çıkışları, korner fırsatçılığı, dinamik ileri çıkışları, bitmek bilmeyen koşuları, pas yüzdesi ve sağlamlığı İspanyolu müthiş bir adam yapıyor. Valencia'yı evinde bu sezon yenmek kolay iş değildi. Hem de 2-3 gibi bir skorla. Rakip hep maçın içindeydi ve maça asılıyordu. Villa'nın golünde Casillas'ın hatası var mı tartışmak lazım ama Garay'ın kafası öyle bir yere gitti ki Madrid haketti. Ama Pepe'yi kaybettiler, ilahi adalet, 6 ay sakat.

Sunday, 13 December 2009

İyi Kaleci Kötü Kaleci

Chelsea ne zaman Cech'in yerine kaleci alacak merak ediyorum. Adı ve oyunu eskiden büyüktü ama kafasına aldığı darbe sonrası ne yazık ki asla eski formunu yakalayamadı. Vefadan mı alternatifsizlikten mi bilinmez, kaleci aramıyorlar. Hatta 2. kaleci kim onu bile unuttuk. Hilario? 16 maçta 22 gol atan Everton Stamford Brigde'de 3 gol buldu. Epeydir PL'in geçen seneki koş koş maçlarından eser yoktu. Drogba ve Anelka iş başındayken, ki nasıl vuruş tekniğiyse adamlardaki; ya yan ağlara ya tavana, Cech'in saçmalamalarına şanssızlık da eklenince Everton kötü sezonunda kıymetli 1 puan aldı.

ManU'nun yenildiği haftada, Arsenal de Liverpool'a Anfield'da geriden gelip mağlubiyet tattırınca ortalık şenlendi. Arshavin Anfield'da ne hissediyorsa coşuyor, coştukça da atıyor. Torres'in dönüşü, Gerrard'ın varlığı genç Arsenal'i pek zorlamadı. Takım savunması Xabi gitti gideli görevini yapamıyor. Zaten orta saha ne hücumda ne savunmada etkin olamayınca takımın sezonu da kötü geçiyor. Aquilani'nin bitmeyen bekleyişi, Mascherano'nun her gün Carlos tadında " Barça'ya gidebilirim"leri, Lucas'ın yetersizliği Benitez'i köşeye sıkıştırıyor. Chelsea hala yukarılarda ama tablo değişecek gibi. ManU ve Arsenal koşuyu bırakmıyor.

Thursday, 10 December 2009

Ayhan Şahenk'te Kaybetmek

Potaları sert. Ona yordum. Gitmek isteyip de gidemediğim maçlardan biriydi. İşe yakın, eve yakın, Ayhan Şahenk. Küçük salon, nasılsa az seyirci diye heyecan vardı içimde. Bitmek bilmeyen 2009 bir cenaze daha getirdi, gidemedim. Takım kötü, Mirsad'sızlık çözülür şey ama Ömer Onan kilit adam. Onun yokluğunu kaldıramamış takım. Giricek'ten 2 senedir verim alamayan Tanjeviç artık uzatmaları oynuyor. Preldziç eline geleni sallıyor, niyeyse? Büyük saygım var kurt koça. Ama artık zaman geldi. 3 yetenekli genç Türk uzunundan 1 üst düzey adam çıkaramamak, üstelik gençleri yetiştirmekle övünürken, kabul edilir değil. İstifaya davet edenleri hep yadırgadım. Bu kadar kariyerli bir adam daha gelmez dedim. Ama artık pozitif katkısı olmuyor, sadece taraftar değil, takım da artık ona inanmıyor. Geçen sezon final oynayan Olympiakos'un guardı Greer takımda, Solomon sonrası skoru yüklenmesini beklemek bence yanlış, kapasitesi ortada. Kinsey bir önceki gelişindeki gibi değil. Formsuzluk bu kadar uzun süren birşey değildir basketbolda. Belki bu gruptan çıkılacak ama bu sezonun her kulvarda sonu hüzün gibi görünüyor. Bu bütçelere yazık oluyor, bir daha bu fırsatlar kulübün eline geçmeyebilir.

Barça-Inter

Messi'nin döndüğü resmileşti. Dinamo Kiev'in gol sonrası kapanan savunmasının ilacı oldu. Tekme yedi, faul aldı, sonunda frikikten noktayı koydu. Çalım atıyor, savunma yapıyor, hızlı, frikik atıyor, şut çekiyor, pas veriyor, daha ne yapsın. Ronaldo'nun ipliğini pazara çıkardı, daha sempatik. Kötüleri de sevenler var mutlaka. Inter de Rubin'î boş gönderince Barça-Inter bir üst tura çıktı. Kimse Dinamo-Rubin olsun istemiyordu zaten.

Biz bıyıklı-bıyıksız Türkler için ise dün geceki en enteresan olay Standart Liege kaleci Sinan Bolat'ın son dakikada kafa golüyle (ama ne gol!) Alkmaar'ı Avrupa'nın dışına itmesiydi. Golü kadar gol sonrası koşusu da enteresan bir performans. Kendi kalesine kadar diri bir koşu, enerji patlaması ve puan. Tuhaf spor şu futbol, nereden ne sevinç yaratabilir şaşırıyor insan. En sonunda televizyonu kapatıp uyuyorsunuz!

Wednesday, 9 December 2009

Adam Adama

Uzun zaman oldu takımlar adam adama savunmayı bırakalı. Alan savunması artık takımın savunma kimliğine ait olan tek tanım modern futbolda. Adam savunan takım oynatmamaya çalışan, puan almaya çalışan takım. BJK ise kazanması gereken taraftı. Anlamsız şekilde CSKA'nın 10 numarası Gazaev'i tutmak ise tuhaf bir refleks. Tutulması gereken Krasic'ti. Zaten golü yiyince anladı herkes. 2 dopingli oyuncunun olmayışı, sağ bekten stoper yapmak, deplasmanda oynamak pek etkilemedi Rus takımını. Çünkü BJK kazanmak için hiçbirşey yapmadı. Tello'nun kaçırdığı pozisyon dışında hiç denemediler ve Denizli'yi haklı çıkaracak hiçbirşey gelişmedi maçta. ManU'nun yedek ağırlıklı takımla, ama bir önceki maç kadar yedek olmayan, Wolfsburg'u dağıtması BJK için Avrupa macerasının Ocak ayı sonrasını görememesi demekti.
Gecenin diğer bombası İtalya'da Juve'yi dağıtan Bayern'e ait. Trezeguet'nin golünden sonra resmen dağılan bir takım savunması. Hücuma çıkarken kaptırılan toplar Buffon'un ellerinde eridi, ilk yarı bu sayede 1-1 bitti. Kaleci Butt'ın penaltısı. Sonrası Buffon ve Bayern arasında. Schweinsteiger uzun zamandır bu kadar şut çekmemiştir. Trezeguet'nin 1-2 iken kaçırdığı altı pas golü maçın kırılma noktası. Ardından son 10 dakikada perçinlenen galibiyet. Juve UEFA'ya giderken Bayern ve tartışılan Van Gaal CL'ye devam ediyor.

Tuesday, 8 December 2009

Dedikodu

Transfer dönemi yaklaşınca fısıltılar da dolaşmaya başladı. FB'nin bildik forvet sorunu, Luca Toni ve John Carew gibi anlamsız isimlerle çözülemeyecek kadar karmaşık. Zaten bu adamların Türkiye'ye gelmeye can attıklarını da sanmıyorum. Gerçek olabilecek dedikodulara bakalım.
  • Carlton Cole-Arsenal
  • Adriano-Roma
  • Elton-Stuttgart, Schalke
  • Pavlyuchenko-Roma
  • Luca Toni-Inter
  • Sidney Govou-PSG
  • Bojan Krkic-Arsenal
  • Ezequiel Munoz-Fiorentina
  • Dzeko-ManU

Sağlam Maç Listesi

CL

BJK-Cska : 08.12 Salı 21:45
Atletico Madrid-Porto : 08.12 Salı 21:45
Juventus-Bayern Münih : 08.12 Salı 21:45
Inter-Rubin Kazan : 09.12 Çarşamba 21:45
Dinamo Kiev-Barcelona : 09.12 Çarşamba 21:45

Monday, 7 December 2009

Serie A'da Olup Bitenler

Maicon'suz Inter Torino'ya giderken favoriydi. 8 puan fark. İtiş kakışla başladı maç, ne de olsa Serie A maçı. Julio Cesar ters ayakta yakalanıp tıngır mıngır bir gol yedi duran toptan. Mourinho faul diye bağrındı, hakem acımadı ve tribüne yolladı. Takımı kendine getirmenin binbir yolunu bilen genç usta. Sağ taç çizgisindeki faulü, uyuyan Juve savunmasına baka baka ileri oynadı deplasman takımı, ceza sahasının sağ köşesinden gelen rahat ortaya havada asılı kalan eski Barcelonalı kafayı çaktı. Yan ağlara sert indi top. Eto'o, ırkçı tezahüratlarına sinir olduğu Juventus taraftarına inat, yumruğunu havaya kaldırdı taraftarına doğru usülen. Heyhat; maç ortada giderken Marchisio öyle bir gol attı ki, ilk yarı sonunda maçı kapattığıma pişman oldum. Önce yumuşak bir sol sağ çalımı, yerdeki Samuel'di. Sonra dünyanın en iyi kalecilerinden birinin üzerinden aşırmak için topun altına giren İtalyan, siyah beyazlıların lige tutunma umuduna ışık oldu.
Doludizgin giden Milan ise yarım saatte San Siro'da Sampdoria'yı üçlük yapmış, adamım Borriello yine çakmış. Pato kah bencil kah müthiş, kurt Seedorf ve kıpırdanan eskitilmiş efsane Ronaldinho. Leonardo Ferrara'nın bir sıra üzerinde. Asıl ilginci Parma 4. sırada. Haftasonu Roma derbisi oynayan iki takımdan ev sahibi Roma 6., Lazio ise 16. sırada. Kafa kafaya giden maçta öne geçen Roma maçı bitirmeden Totti-Riise ile muhteşem bir orta-demi vole izletmese maçın tek ilginç yanı bitiş düdüğü sonra yaşananlar olacaktı. Totti'nin kramponunu çıkaran tekme sonrası maç bitti. Mülayim mülayim dururken Laziolular salça olunca dellendi. Sonra onlara bulaşmayı bırakıp taraftara "coşun inadına" gazı verdi. Lazio'ya bir tekme de Totti vurdu. Serie A'yı sezon başı kimsenin yayınlamaması tuhaftı, neyse ki geri döndü.

Monday, 30 November 2009

Lider

Serie A'da alt ve orta sıralardaki takımlarda genelde takımı alıp götüren tecrübeli, yaşlı kurt, çoğu eski büyük takım golcüsü, bilinen adamlara rastlıyorum özetlerde. Kimisinde de genç parlayan ve sürükleyenler yine golcü. Bir bakmalı kimler var. Tabii bu takımların bazıları hala büyük takımlar, haksızlık etmemeli, inip çıkıyorlar, Inter-Milan-Roma-Juventus'u kategorizasyon dışında bırakıyorum. Unutmadan; Huntelaar Catania maçında 84'de girip 92 ve 95'de iki gol atarak takımını galibiyete taşıdı. 95'deki gol müthiş şandel, izlenesi.

Sampdoria - Cassano
Parma-Bojinov
Genoa-Palladino (Crespo da yazılabilir ama ilk 11'e pek giremiyor)
Cagliari-yok gibi
Bari-Kutuzov
Fiorentina-Gilardino
Napoli-yok
Udinese-Di Natale (Corradi)
Chievo-Pellisier
Palermo-Miccoli
Lazio-Cruz (Rocchi)
Bologna-Di Vaio
Atalanta-Acquafresca (Tribocchi)
Livorno-Lucarelli
Catania-Mascara
Siena-Maccarone

Genoa-Sampdoria

Genoa derbisi kanlı geçti haftasonu. Skor netti; 3-0, ama maçın içerisinde devamlı gerginlik hakimdi. Bunun bir derbi olduğunu bile bilmiyordum. Derby della Lanterna denen kapışma her iki takımın da evi olan Stadio Luigi Ferraris'de oynandı. İtalya'da ortak stad kullanımı doğal malum. Cassano'nun herşeyin içine girmesine alışkınız, o da zaten oraya buraya sokmuş burnunu. Zaten maça da Rosetti'yi vermişler, hakem de sağlam. Maçın golleri veya oyunda çok önemli bir detay yok ama 2 penaltı, 3 kırmızı kart ve maç sonrası sevinç bizim saçma derbileri hatırlattı.

GENOA [3 - 0] SAMPDORIA
10' [1 - 0] O. Milanetto (pen.)
45' G. Biava (Kırmızı kart, Genoa)
53' [2 - 0] M. Rossi
67' M. Rossi (Kırmızı kart, Sampdoria)
75' [3 - 0] R. Palladino (pen.)
88' F. Cacciatore (Kırmızı kart, Sampdoria)

Daum Takımı Olamamak

FB'nin başına geçtiği ilk sezonun ilk yarısında da benzer sorunlar yaşayıp geri düşmüştü Alman Hoca. Daum takımı olamamak, mücadele etmemek demektir. Appiah'lı orta sahanın eze eze sindirdiği rakipleri hatırlayınca, işte buydu Daum takımı diyor insan. Durmadan koşan, arayan, hırpalayan, mağlup olsa da mücadeleyi hiç bırakmayan bir takım. İlk haftalarda Daum'un istediği yapılıyordu, futbolcular savaştıkça şansın onların yanına geleceğini anlamış gibiydi. Antep salladı sonunda, ama GS maçı imdada yetişti. Ve ilk yarı sanki orada bitti. 10 maç, 1 mağlubiyet. Rahat şampiyonuz diye düşünmüş olmalılar. Oysa unutulmaması gereken Türk liginde 3 büyüklerin her zaman bunu yapabileceği. Nitekim BJK 8 maç üst üste kazanıp (FB maçı dahil), arkalarına geliverdi. Emre'nin Daum'la beraber takımın kilit oyuncusu olduğu açık. Ve yerine konacak başka bir muadili yok. Forvetteki zayıflık, Alex'in çok doğal form düşüklüğü bireysel galibiyetleri de alıp götürdü. Artık idmanlar daha zor, daha yoğun geçecektir sarı lacivert sözleşmeli futbolcular için. Devre arasında bu takımdan Güiza, Deivid,Carlos gitmeli, mümkünse bir forvet bir stoper alınmalı. İhtiyaç olan yerler açık. Elbette orta sahaya bir Diego'ya kimse itiraz etmez ama devre arası öyle oyuncu bulmak hayal. Denizli'nin "ilk yarıyı lider kapatırız" sloganı gerçek olabilir, çünkü Eskişehir ve TS deplasmanlarında FB'nin bu oyunla puan alması çok zor. Zaten Bursa ve GS de hemen arkadalar. İlk yarı bitiminde Daum 4. sırada bir takıma katlanamaz.

Saturday, 28 November 2009

Deco - Volkan Şen

by eA

Laporta - Messi

by EA

Santraforsuzluk

Bir futbol takımın gücü birçok şeye bağlıdır. Oyuncu kalitesi, istikrar, teknik yönetim kalitesi, yıldız oyuncu sayısı, şans ve daha birçok değişken bunların arasına katılabilir. Dün geceki GS'ın ve uzun yıllardır FB'nin sorunu ise bunlardan hiçbiri değil. Sorun ilk 11'in en ucunda oynayan ayaklar. Bursa'nın ivmesine karşı aslında hiç de kötü olmayan bir performans sergileyen GS'da, atakların verimsiz ve etkin olmayışının sebebi Baros-Nonda ikilisinin olmayışıydı. Pozisyonların yeşil beyaz duvardan dönmesi kanat oyuncularının etkisiz ortalarından da kaynaklanıyordu ama savunmanın göbeğini sağa sola çekiştiren, kendini kaybettiren, ortalara kafa sokan kimse olmayınca Zapo-Ömer her topa rahat rahat vurma fırsatı ve zamanı buldular. Sabri-Keita ve Hakan-Kewell neredeyse hiç pozisyon üretemezken, takım formasyonunda kimin "striker" olduğu meçhuldü. Arda? Keita? Barış? Rijkaardsızlık bir anda santraforsuzluğa dönüşünce golü atan kazanıra döndü maç. Hala üst seviyede kalan eski Bursalı Mustafa Sarp, tek başına parlayan Ozan-Ergiç-Volkan-Sercan dörtlüsünü durduramazdı. Topal'ın şampiyonluk sezonundaki formunu bir türlü yakalayamaması hem Ayhan'a hem Linderoth'a yazık dedirtiyor kenarda. Leo Franco'nun önündeki iki kuleden istediği verimi ve iletişimi alamadığı da kesin. İlk haftalarda yüzyılın takımı ilan edilen 11'in bu hale gelişini erken form tutmayla açıklamak doğru değil.

FB'nin sorunu aynı olsa da ne yazık ki tek maçla sınırlı değil. Pierre'den öncesini bir kenara bırakırsak bu sorun hep mevcut. Takım ne kadar iyi olursa olsun, ileride topu kalecinin ötesine geçirecek bir çift krampon olmadı mı, o takım golsüzlüğe ve başarısızlığa mahkum oluyor. Birçok adam belki de uzun senelerdir tek santrafor oynamanın, kimi zaman da Alex'in gazabına uğruyor. FB tarihinin en büyük oyuncularından biri olarak kabul edilen (benim için en iyi yabancı) Brezilyalı solak kağıt üzerindekinin aksine FB'nin her zaman 2. santraforu olarak yer aldı ve ondan daha fazla üretken kimse etrafında yer alamadı. Kezman, Deivid ve Güiza bilinen hikayeler. Semih'in asla tercih edilmeyişi bir başka hikaye. Kazım ve Tuncay'dan devşirme santraforlar tek maçlık performanslarla sınırlı kaldı. Son dönemlere bakarsak Beschastnykh, Rebrov, İlhan gelip gidenler. Anelka'yı bu klasmana koymamak gerek. O Türk futbol tarihinin en kariyerli yabancısı olmasına rağmen, ve çok iyi maçlar çıkarmış olmasına rağmen, Türkiye ona bir boy ufak geliyordu, esas sorun buydu. FB'yi bir üst seviyeye çıkarmaya en yakın olunan Zico'lu sezonda eksik olan Kezman'ın yerine Luis Fabiano'nun olmayışıydı. Üst düzey herhangi bir santraforun, ki bu adamın kariyerli olması gerekmiyor, FB takımının birçok açığını kapatırdı. Ayağında top tutan, asist yapabilen, iyi şut atan, kafaya çıkan ve yılda 20 gol atan bir uç adama ihtiyaç olduğu açık, ama o kadar yıldızın arasına bu tipte bir adam katılamadı. Belki Alex'in bunları zaten yapıyor olmasından belki hatalardan belki de 14 milyon Euro verip yine de olmamasından. Elbette tek sorun en uç adamın yetersizliği değil ama, Avrupa'nın üst düzey 30 takımını inceleyip kötü santrafora (kötü performans da denebilir : Kezman-Güiza) rastlayamıyorsa insan, gerisi bahane diyor.

Tuesday, 24 November 2009

Kültür

Hayat gelgitlerle dolu. Kimi zaman sarsıyor, kimi zaman sevindiriyor. Ne adım atacak cesaret kalıyor ne de birşey yapma isteği. Sonra geçer gibi oluyor, ama hatıralar gelip tekrar al aşağı ediyor insanı. Mehmet Demirkol yazmak disiplin işidir demiş; ben bazen o disiplini kaybedecek kadar duygusal ve tembel olabiliyorum. Blogun Türkçe karşılığı günlükse, ben günlük tutamıyorum. Yaptığım şey keyfim oldukça bir iki satır yazmak. Ama hayatta esas olan disiplindir, başarı disiplin olmadan gelmez. Kendimi, ara versem de hep dönüyor olma başarısıyla avutuyorum.

Iniesta ile başlayalım. Şu an yerde yatıyor. Chivu tekmeyi yapıştırdı; çünkü haketti, sağdan atıp soldan geçerek Rumen oyuncuyu küçük düşürmek üzereydi. İlker Yasin'in yalancısıyım, Rooney onun için dünyanın en büyük oyuncusu demiş. Bence de Messi-Ronaldo saçmalığından öte bir adam. Xavi'den daha üstün mü tartışırım, Ronaldo'dan hızlı mı bilmiyorum, Messi kadar kıvrak mı incelemek lazım. Ama mütevazi ve sessiz bir adam olması onu sempatik yapıyor. Nou Camp'ta bu hallere düşeceği aklına gelmeyen adam Eto'o ona baktıkça gıpta ediyor mudur acaba? Bu sene çok iyi olmayan Barça'nın Inter'e karşı geçen seneden bir 45 dakika izlettirmesi de Afrikalı oyuncunun şanssızlığı. Messi-Ibra yok, ama tribünler altyapıdan çıkan Pedro'yu alkışlıyor. Rubin 1 puan aldı, bu haftadan geçen sezonun efsane takımının elenmesi tatsız olurdu, neyse ki olmadı. Haftasonu El Clasico var, kadrolar müthiş, ama Barça'nın silkelediği Inter kadrosuna da kim laf edebilir ki?

Julio Cesar-Maicon-Samuel-Lucio-Chivu-Cambiasso-Stankoviç-Motta-Zanetti-Milito-Eto'o

Saturday, 21 November 2009

Gözler Santrada

Bir örnek giyinmiş 45bin taraftar stadyumda, tüm gözler sahadaydı...
Fakat bu sefer santra noktasında meşin yuvarlak değil,
beyaz güllerle kaplanmış, son yolculuğuna uğurlanan Enke’nin tabutu vardı.


2003 yılında Frank Rijkaard, Louis van Gaal’den görevi devralınca
Rüştü kiralik olarak Barcelona’ya gitti, Enke de kiralik olarak Christoph Daum’lu Fenerbahçe’ye geldi.
Ancak Fenerbahçe 10 Ağustos günü İstanbulspor’a 3-0 mağlup oldu.
Yediği gollerde hatalı olduğunu düşünen Fenerbahçe taraftarı Enke’yi protesto etti ve tribünden su şişeleri, çakmaklar yağdırdı; kendi sahasında, kendi futbolcusuna.
Ben o sırada tatildeydim, deniz kıyısında rakı içip balık yiyordum.
Maçı rakı soframdan seyretmiş, muhtemelen Enke’ye de sövmüştüm.
Birkaç gün sonra ben İstanbul'a döndüm, Enke de İspanya’ya.

Sonrasında 4 ay Barcelona’da takımdan ayrı olarak çalıştı, 2004 Ocak ayında İspanya ikinci ligindeki Tenerife’ye kiralandı. Tenerife’de iyi oynadı, yükseldi, futbolseverlerin sevgisini kazandı.

Temmuz 2004’te bedelsiz olarak Bundesliga’ya döndü, Hannover 96 ile 2 yıllık anlaşma imzaladı. Kulübün as kalecisi olup Kicker dergisinin düzenlediği ankette spor dünyası tarafından ligin en iyi kalecisi seçildi, başarı ve istikrara kavuştu.
Yükselişi Stuttgart gibi daha büyük bir takıma transfer ihtimalini doğurduysa da Aralık 2006’da Hannover 96 ile 2009-2010 sezonu sonuna kadar anlaşma yeniledi, spekülasyonları bitirdi.

Eylül 2006’da 2 yaşındaki kızı Lara’yı bir kalp hastalığı nedeniyle kaybedince zor günler ve depresyon geri döndü. Aslında eşinin ve doktorunun anlattıklarına göre depresyonun temelleri 2003 yılına kadar gidiyordu.
Eşi Teresa Enke “Depresyon süreci kolay olmadı. Ama birlikte üstesinden geldik.
Çünkü Barcelona ve İstanbul’dan bir süre sonra iyi durumdaydık, doktorların da yardımıyla atlattık. Geleceğe dair umutluyduk. Lara’yı kaybettikten sonra daha da yakınlaştık. Sevgimizle her şeyin üstesinden gelebiliriz diye düşünüyorduk. Ama bunu her zaman yapamıyorsunuz.” dedi.

Doktoru Valentin Markser, birkaç başarısız transfer yaşadığı 2003 yılından beri Enke’yi tedavi ettiğini, kendisinin “depresyon ve başarısız olma korkusu” yaşadığını söyledi. İntihar günü ise iyi hissettiğini ve tedaviye gelmeyeceğini söylemişti.
Anlaşılan Enke’nin kaçırmaması gereken bir treni vardı.

2007-08 sezonunda arkadaşları tarafından takım kaptanı seçilen, 2008-2009 sezonunda tekrar en iyi kaleci ödülünü alan Enke, 10 Kasım'da son atlayışını bir trenin önüne yaptığında halen Hannover 96’nin kaptanı ve Almanya’nın en iyi kalecisiydi.

İntihar ettiğinde yaklaşık 6 yıldır depresyondaydı ve rahatsızlığının ortaya çıkması durumunda Mayıs 2009’da evlat edindikleri Leila’nın ellerinden alınmasından “ölesiye” korkuyordu.


Barcelona, o gece oynadığı maçta 1 dakikalık saygı duruşunda bulundu.
21-22 Kasım Bundesliga maçlarında ve Benfica'nın oynayacağı ilk maçta da saygı duruşu yapılacağı açıklandı.

Enke’nin Hannover’deki AWD-Arena’da yapılan cenaze törenine 45bin kişi katıldı.
Bizim derbiler dahil birçok maça zar zor topladığımız bir sayıyla, gerçek taraftarlar ve Almanya’nın önde gelen isimleriyle birlikte.

Alman Futbol Federasyonu Başkani Zwanziger;
“Futbol yaşamdaki her şey olmamalı. Siz taraftarlar, kahramanlarınızın günlük hayatlarında karşılaştıkları baskılara daha fazla anlayış göstermelisiniz.
Gelecekte Almanya’nın yıldızları olacak futbolcuların aileleri; eğer çocuklarınızın bir gün milli takım oyuncuları olacaklarını düşünüyorsanız, sadece zaferi düşünmeyin” dedi. Oysa görünüşe bakılırsa bu sözleri asıl duyması gereken Almanya’daki değil, Türkiye’deki tribünleri dolduranlar olmalıydı. Sahada ve özel hayatında sınır tanımadan üzerlerine gidilen genç futbolcuların bir hafta kahraman bir hafta hain ilan edildikleri Türkiye’deki.

Hannover 96 Kulübü Başkanı Martin Kind;
“Enke’yi sadece elde ettiği başarılar popüler yapmadı. Kişiliği bunda büyük pay sahibiydi. Sen kelimenin tam anlamıyla 1 numaraydın. Bu yüzden kalplerimiz çok ağır durumda” dedi.
İşte bu yüzden Hannover 96 kulübü 1 numaralı formayı Enke’nin anısıyla birlikte emekliye ayırmayı düşünüyor.

Törende Hannover 96’nın şarkısı Alte Liebe “Eski Aşk” ve You’ll Never Walk Alone çalındı, The Rose şarkısı esliginde Enke arkadaşları tarafından son yolculuğuna taşındı.
15 Kasım günü, Enke 2004 yılından beri ter döktüğü sahayı son kez terk etti.
2 yaşında kaybettiği kızı Lara’nın yanına gitmek üzere...

Bence o bir kahramandı, belki de bir sihirbaz. Ne de olsa 2004 yılından bu yana iyi bir performans yakalamış, bizim ilk maçında hiç utanmadan ona savurduğumuz çakmak ve şişeleri 45bin kişinin gözleri önünde bembeyaz güllere çevirmişti. Ama galiba hayat çok fazla üzerine geldi.

Hafta sonu “derbi” var.
Biz şimdiden çıkacak olayları, tribünlerdeki küfürleri, hangi futbolcuların göklere çıkarılıp, hangilerinin yerin dibine sokulacağını bekliyoruz. Kimimiz stadyumda bağıracak, kimimiz rakı sofrasından sövecek, “bu takım adam olmaz” diyecek.
Ama kimse “ben gerçek bir taraftar olabilecek miyim, ben Hannover 96 taraftarı kadar vefalı, futbolcusuna sahip çıkan, onu asla yalnız yürütmeyen bir taraftar olabilecek miyim” diye düşünmeyecek.

Zaten insan düşünmeden edemiyor. Bizim “derbi”den önce saygı duruşu olsa ne olur, olmasa ne olur. Zaten yıllardır sessiz sedasız bir saygı duruşunda bulunmaktan bile aciz değil miyiz? Bizim “derbi”ler çook uzun zaman önce traş bıçağı oldu bile.

Enke’nin oynadığı tüm takımlar, tüm ülkeler gibi Fenerbahçe’nin de Türkiye’nin de kendisine bir gönül borcu vardır, olmalıdır.
Maçtan önce yapılacak bir saygı duruşu, kendisine yaptiklarımızdan dolayı üzgün olduğumuzu ama aradan geçen bunca yılda yaptıklarına ve üstesinden geldiklerine, gelebildiği kadarına duyulan saygıyı anlatır belki de. Tabii eğer çıt çıkarmadan yapılabilecek bir saygı duruşu olursa, saygısızlık yerine.

Bir de gönül istiyor ki Fenerbahçeli futbolcular ellerinde Almanca bir pankart ile çıksalar sahaya. Ama üzerinde ne yazması gerekir, insan karar veremiyor.
“keşke burada olsaydın” mı, yoksa “keşke buraya hiç uğramasaydın” mı?
Belki de tüm bunların acısını da içinde taşıyan sadece bir “keşke” bile yeterli olur.

Sen çöküyordun, ben rakı içiyordum. Keşke seni anlayabilseydim.

Beni ve bizi affet.

Hannover 96 şarkısı Alte Liebe


AWD Arena'da You'll never walk alone

The Rose ile veda

BBC Haber

Telegrahp foto galerisi

by eA

Friday, 13 November 2009

Kara Melek

Ruhun şad olsun. Huzurlu uyu, Cem'in yanında Kara Melek.

Anneannemin hatırasına, 11.11.2009.

Sunday, 8 November 2009

Namağlup Lider

Twente-Ajax:1-0

Kaderin Böylesine ...

Hull City-Stoke City : 2-1

Dakika 81; oyuna giren oyuncu : Tuncay Şanlı

Dakika 88; oyundan çıkan oyuncu : Tuncay Şanlı

Chelsea-ManU

Evet tempo vardı, evet her zamanki gibi koş koş oynandı ama geçen senki PL maçlarını bulamıyorum sanki. Bir şeyler eksik. Inter-Roma maçı şu an oynanıyor ve çok daha keyifli bir çarpışma var sahada. İngiltere'de maç kilitlenmişti. Kademeli savunmalar, savunma oyuncularının hatasız vurduğu kafalar. En sonunda ManU bir hata yaptı ve duran toptan Terry golü attı. Maç öyle de bitti. Anelka dışında ekstra iş yapan kimse yoktu. Essien yıkılmak bilmeyen fiziğiyle bence şu an dünyanın en iyi ön liberosu. Drogba da fazla tırmalayamadı, Manchester'ın takım savunması zaten alan bırakmıyor. Ancelotti zaten iyi olan kadroyu düzene soktu ve takımı PL'in 1 numarası yapmış durumda. Şu an yarışta en yakınında Arsenal var. ManU Ronaldo'suz bir gömlek aşağıda. Lpool gerilerde, City takım olamadı. Bu sene rahat bir şampiyonluğa doğru gidiyorlar. Wenger'in gençlerinin yeterince tecrübesi olmadığı aşikar, Chelsea'ye rakip olamazlar.

Madrid Derbisi

Ronaldo'suz Real'in karşısında Agüero'suz bir Atletico vardı. İstikrar abidesi Kaka oyun başlar başlamaz golünü attı, ardından Marcelo ters kanatta sıfırdan kapalı köşeden müthiş bir gol attı. Erken bitti aslında maç. 2. yarı Perea büyük bir hata yapınca her geçen gün daha da büyük bir golcü olmaya başlayan Higuain topu kaptı, döndü attı. 3-0 olunca Vicente Calderon hiç de beklediğim gibi yıkılmadı, tribünler sinirli bile değildi. 2. yarı oyuna giren Agüero hareketlendirdi ortalığı, bir Forlan bir kendisi attı. 3-4 senedir çok iyi kadrolara rağmen Sevilla, Valencia hatta Villareal'in yaptığını yapamıyor Atletico. Savunmada problemleri büyük. İyi stoperleri yok, takım savunmalarını tamamlayacak ön liberoları hiç yok. Kanatları ve forvetleri müthiş ama takım savunma yapamayınca bir adım ileri gidemiyorlar. Real ise yavaş yavaş takım oluyor, bu kadar kolay kazanmaları iyiye işaret. Ronaldo olmadan da büyük maç kazanmaları artı. Zaten Pellegrini'nin kaderi de buna bağlı. Takımın başında daha fazla kalmak için Alonso-Diarra ikilisini mutlaka daha iyi bir formata sokmalı. Savunma ve forvet yeterli gibi ama orta sahanın savunma tarafı daha güçlü olmazsa üst düzey maçlarda dağılacak gibi görünüyorlar. Gago bence Diarra'dan daha iyi ama geçen seneki çöküşte çok yıprandı, o yüzden biraz zamana ihtiyacı var.

Wednesday, 4 November 2009

Çirkinlik Diz Boyu

Dün akşamki maça ait sonra yazacağım. Tribünlerdeki rezilliği sabah idrak edebildim. Başkan başarısız olabilir ama bu çirkinliği yaşatmaya kimsenin hakkı yok. BJK futbol takımı değil camiasıdır eriyip giden.

Tuesday, 3 November 2009

Sağlam Maç Listesi

CL

Atletico Madrid-Chelsea : 03.11 Salı 21:45
BJK-Wofsburg : 03.11 Salı 21:45
Milan-Real Madrid : 03.11 Salı 21:45

UEFA

Dinamo Bükreş-GS : 05.11 Perşembe 20:00
Hamburg-Celtic : 05.11 Perşembe 20:00
Roma-Fulham : 05.11 Perşembe 20:00
Everton-Benfica : 05.11 Perşembe 22:05
FB-Steaua Bükreş : 05.11 Perşembe 22:05
Villareal-Lazio : 05.11 Perşembe 22:05

Sunday, 1 November 2009

Cumartesi

Güzel maçlar vardı. Napoli 2-0 geriden gelip deplasmanda Juve'yi 2-3 yendi, Hamsik 2 gol attı, Amauri De Sanctis'e son saniyede çift dalınca kırmızıyı gördü. Zaten Juve'nin nasıl 2-0 öne geçtiğini izlemek maçı keşfetmeye yetiyor. Trezeguet'nin golü fena değil, 2. gol ise Napoli savunmasının asisti. Ferrara'nın takımı istikrarlı bir onbire kavuşturamadığı ve takımı Diego'dan başka ileri götürecek oyuncu bulamadığı görülüyor. Giovinco çok genç, forvetler çakılı, orta sahada defansif oynayanlar tek taraflı oyunun üretkensizliğinde boğuluyor. Bu maçta savunmayı da iyi yapamayınca Hamsik meydanı boş buldu ve affetmedi. Napoli zaten iyi bir takım, onları hapsedemeyince hücumda da etkili olmalarına fırsat vermiş oluyorsunuz. Daum'un GS maçı boyunca her pozisyon sonrası blokları koruyun işaretlerini hepimiz gördük. Bu oyunun olmazsa olmazı kademeli savunma. Açıklar ancak böyle kapanıyor.
Bu sene bunu yapamayan diğer takım da bu işin kitabını yazan Benitez'inki. Fulham'dan 3 gol 2 kırmızı kart yemeleri savunmada Kyriagos'un varlığıyla korkunç bir hal aldı. Degen-Carragher maçı çevirmek isteyen tek adam olan Torres'e yardım etmediler. ManU galibiyeti dönüşün başlangıcı olamadı, L'pool yokuş aşağı gitmeye devam ediyor, bu sezon artık kaybedildi gibi. Chelsea ve ManU net galibiyetler alıyor, Arsenal de saman alevi gibi parlayan Tottenham'ın ateşini söndürdü. 2 dakikada 2 gol yiyen PL takımı şampiyonluğa oynayamaz. Tabii burada Fabregas'ın da hakkını vermek lazım, müthiş bir gol attı.

İspanya'da ise Madrid kör topal 10 kişi kazanırken (Albiol erken atıldı), Barça sürpriz kayıplar vermeye devam ediyor. 90'da Osasuna'dan golü yiyip 1-1'le puan bıraktılar. Geçen sezonu artıyorlar. Herşeyi kazandıktan sonra Guardiola'nın birşeyleri değiştirme çabası boşuna değildi ama henüz işe yaramadı. Çünkü sadece strikerı değiştirmekle herşey çözülmüyor. Sorun savunmada. Alves'in yokluğu çok önemli. Milito'nun dönmesi onları pozitif etkileyebilirdi. Aynı Ronaldinho'nun Milan'a dönüşü gibi. Formunu ve etkisini arttırdıkça takım kıpırdanıyor. Topu ileri sürüklüyor, rakibinin üstüne üstüne gidiyor. Herşeyden önemlisi hızlanmış durumda. Pato ve Borriello'nun gol atmaya başlamaları bu yüzden. Parma'yı 2 golle geçerlerken azıcık üzüldüm ama Milan toparladı, yine de üst seviyede değiller, Serie A'da ilk 4'te olacaklardır.
Son satırlar hala çağ atlayamayan Mustafa Hoca'ya. 3 günde bir maç oynayamayan takımın CL'de ne işi var hala anlayamamış. Türkiye'nin maçı, sizin için savaşıyoruz ağlamaları bence artık eskidi. Bunu tartışma konusu yapıyor olmak yetersizlikten başka birşey değil. Geçen senenin şampiyonunun siyah beyazlılar olması esas kaybıdır Türk futbolunun.

Friday, 30 October 2009

Sağlam Maç Listesi

TSL

BJK-Ankaragücü : 31.10 Cumartesi 20:00
GS-Sivasspor : 01.11 Pazar 16:00
Kayserispor-FB : 01.11 Pazar 20:00

PL

Arsenal-Tottenham : 31.10 Cumartesi 14:45

Serie A

Juventus-Napoli : 31.10 Cumartesi 19:00
Milan-Parma : 31.10 Cumartesi 21:45

Bundesliga

Stuttgart-Bayern Münih : 31.10 Cumartesi 16:30
Schalke-Leverkusen : 31.10 Cumartesi 19:30

Wednesday, 28 October 2009

Sağlam Maç Listesi

Carling Cup

Arsenal-Liverpool : 28.10 Çarşamba 21:45

Serie A

Juventus-Sampdoria : 28.10 Çarşamba 21:45
Napoli-Milan : 28.10 Çarşamba 21:45

Türkiye Kupası

GS-Bucaspor : 28.10 Çarşamba 19:00

Who's Better?

NBA başladı. Potansiyel final belli; LAL vs Boston. Boston ilk maçta Cleveland'ı evinde yenerken LAL Clippers'ı rahat geçti. Muhtemel finalde ilk beşlere bakmak lazım. Hangisi daha iyi tartışılır.

LA : Fisher-Artest-Kobe-Gasol-Bynum (Lamar)
Boston : Rondo-Allen-Pierce-Rasheed-Garnett

Monday, 26 October 2009

Keita

Barcelona'nın Zaragoza'ya yarım düzine gol attığı maçın yıldızı Keita. 3 gol, 2 asist, muhteşem bir oyun. Madrid'in Sporting Gijon deplasmanında 2 puan bıraktığı haftada Barça geçen seneden enstantaneler izletmiş. Xavi-İniesta-Keita üzerine Ibra etkili olmuş. Goller burada.

Sunday, 25 October 2009

Büyük Maçlar

İster pazarlama harikası deyin, ister Avrupa'nın gücü; FB-GS'yi bizden başkası izlemezken, Liverpool-Manchester United maçını tüm dünya izlesin diye pazar 16'ya koyuyorlar. Biz kendi kendimize sahaya ısınmaya çıkan futbolcuların kavgasını izlerken, dünya Gerrard'sız Liverpool'un ManU'yu yenmesini izledi. Benitez eksiklerini iyi değerlendirmiş, kurtarıcı Benayoun ilk 11'deydi. Liverpool'un kadro kalitesinin zayıf olduğunu daha önce de belirtmiştim. Ferguson maçtan önce tuhaf şeylerin olabileceğini, form veya kadronun önemli olmadığını söylemişti. Nitekim öyle de oldu. Manchester oyunu domine edemedi. Benitez'in kovulma söylentileri de böylece tarihe gömüldü. Şahsen ben artık değişim zamanı olduğunu düşünüyorum ama takım sahipleri İspanyol'dan memnun olduklarını belirtiyorlar. Transferde oldukça başarısız bir 2 sene geçirdi. Benchte kimse yok. Bu geçici bir galibiyet mi dönüm noktası mı kısa sürede belli olacaktır.Köyümüze dönelim. Maça çok iyi başlayan FB oldu. Önde müthiş bir baskı vardı. Baros'un ilk dakika sakatlığı GS için büyük şanssızlıktı. Topu ileri taşımada ona çok ihtiyaçları vardı. İki bek; Lugano ve Bilica arasına kimse koşu yapmayınca etkinlik yaratılamadı. Nitekim ilk gol geldikten sonra güven kaybıyla birlikte şahsi hatalar başladı. Leo Franco iki degajı FB'lilere teslim etti. Alex'i düşürüp penaltı yaptırdı. Kötüydü. Önündeki iki bek ise beklenmedik şekilde iyi mücadele eden Kazım'la beladaydı. Zan ve Servet Kazım'ın fizik mücadele ve faullerinden yıldılar, sinirlendiler, oyunu kuramadılar. 2. yarı ise Kazım'ın oyundan düşmesiyle GS daha üstün olmaya başladı. FB yoruldu, ama yine bir hatadan bir penaltı golü geldi. 4 dakika sonra kornerden Hakan Balta'nın golü geldi. Maç giderek GS'ye dönüyordu. Ancak Carlos'un yaptığı faulde Keita maç boyunca başına gelenlere isyan etti ve yumruğu yapıştırdı. Kırmızı kartı görünce maç bitti diyorduk ki, sonradan oyuna giren Aydın %100 gol pozisyonunu kaçırdı. Asıl dönüm noktası belki de burasıydı. Oyundan çıkan Arda ve Elano yine birlikte etkin olamadılar. Arda eski yeri olan kanatta oynamayı artık sevmiyor gibi, forvet arkasında çok daha etkin. GS bu sorunu sezon ilerlemeden çözmeli. Topal bu takıma hepsinden daha fazla lazım. FB ise takım olarak iyiydi. Takım savunması üst seviyedeydi. 60'tan sonra düşen takım, değişikliklerle toparladı. Daum iyi bir takım çıkardı sahaya ve üretken oldular. Topuz-Gökhan ve Vederson-Carlos savunmada çok iyi, hücumda da yeterliydi. Cristian bu takımın kilidi, Emre de onu önde çok iyi tamamlıyor. FB için işler yolunda gidiyor. GS için bir maç kaybı çok önemli değil ama Baros'suz kalmaları ciddi handikap.