Serie A'da alt ve orta sıralardaki takımlarda genelde takımı alıp götüren tecrübeli, yaşlı kurt, çoğu eski büyük takım golcüsü, bilinen adamlara rastlıyorum özetlerde. Kimisinde de genç parlayan ve sürükleyenler yine golcü. Bir bakmalı kimler var. Tabii bu takımların bazıları hala büyük takımlar, haksızlık etmemeli, inip çıkıyorlar, Inter-Milan-Roma-Juventus'u kategorizasyon dışında bırakıyorum. Unutmadan; Huntelaar Catania maçında 84'de girip 92 ve 95'de iki gol atarak takımını galibiyete taşıdı. 95'deki gol müthiş şandel, izlenesi.
Sampdoria - Cassano
Parma-Bojinov
Genoa-Palladino (Crespo da yazılabilir ama ilk 11'e pek giremiyor)
Cagliari-yok gibi
Bari-Kutuzov
Fiorentina-Gilardino
Napoli-yok
Udinese-Di Natale (Corradi)
Chievo-Pellisier
Palermo-Miccoli
Lazio-Cruz (Rocchi)
Bologna-Di Vaio
Atalanta-Acquafresca (Tribocchi)
Livorno-Lucarelli
Catania-Mascara
Siena-Maccarone
Monday, 30 November 2009
Genoa-Sampdoria
Genoa derbisi kanlı geçti haftasonu. Skor netti; 3-0, ama maçın içerisinde devamlı gerginlik hakimdi. Bunun bir derbi olduğunu bile bilmiyordum. Derby della Lanterna denen kapışma her iki takımın da evi olan Stadio Luigi Ferraris'de oynandı. İtalya'da ortak stad kullanımı doğal malum. Cassano'nun herşeyin içine girmesine alışkınız, o da zaten oraya buraya sokmuş burnunu. Zaten maça da Rosetti'yi vermişler, hakem de sağlam. Maçın golleri veya oyunda çok önemli bir detay yok ama 2 penaltı, 3 kırmızı kart ve maç sonrası sevinç bizim saçma derbileri hatırlattı.
GENOA [3 - 0] SAMPDORIA
10' [1 - 0] O. Milanetto (pen.)
45' G. Biava (Kırmızı kart, Genoa)
53' [2 - 0] M. Rossi
67' M. Rossi (Kırmızı kart, Sampdoria)
75' [3 - 0] R. Palladino (pen.)
88' F. Cacciatore (Kırmızı kart, Sampdoria)
GENOA [3 - 0] SAMPDORIA
10' [1 - 0] O. Milanetto (pen.)
45' G. Biava (Kırmızı kart, Genoa)
53' [2 - 0] M. Rossi
67' M. Rossi (Kırmızı kart, Sampdoria)
75' [3 - 0] R. Palladino (pen.)
88' F. Cacciatore (Kırmızı kart, Sampdoria)
Daum Takımı Olamamak
FB'nin başına geçtiği ilk sezonun ilk yarısında da benzer sorunlar yaşayıp geri düşmüştü Alman Hoca. Daum takımı olamamak, mücadele etmemek demektir. Appiah'lı orta sahanın eze eze sindirdiği rakipleri hatırlayınca, işte buydu Daum takımı diyor insan. Durmadan koşan, arayan, hırpalayan, mağlup olsa da mücadeleyi hiç bırakmayan bir takım. İlk haftalarda Daum'un istediği yapılıyordu, futbolcular savaştıkça şansın onların yanına geleceğini anlamış gibiydi. Antep salladı sonunda, ama GS maçı imdada yetişti. Ve ilk yarı sanki orada bitti. 10 maç, 1 mağlubiyet. Rahat şampiyonuz diye düşünmüş olmalılar. Oysa unutulmaması gereken Türk liginde 3 büyüklerin her zaman bunu yapabileceği. Nitekim BJK 8 maç üst üste kazanıp (FB maçı dahil), arkalarına geliverdi. Emre'nin Daum'la beraber takımın kilit oyuncusu olduğu açık. Ve yerine konacak başka bir muadili yok. Forvetteki zayıflık, Alex'in çok doğal form düşüklüğü bireysel galibiyetleri de alıp götürdü. Artık idmanlar daha zor, daha yoğun geçecektir sarı lacivert sözleşmeli futbolcular için. Devre arasında bu takımdan Güiza, Deivid,Carlos gitmeli, mümkünse bir forvet bir stoper alınmalı. İhtiyaç olan yerler açık. Elbette orta sahaya bir Diego'ya kimse itiraz etmez ama devre arası öyle oyuncu bulmak hayal. Denizli'nin "ilk yarıyı lider kapatırız" sloganı gerçek olabilir, çünkü Eskişehir ve TS deplasmanlarında FB'nin bu oyunla puan alması çok zor. Zaten Bursa ve GS de hemen arkadalar. İlk yarı bitiminde Daum 4. sırada bir takıma katlanamaz.
Saturday, 28 November 2009
Santraforsuzluk
Bir futbol takımın gücü birçok şeye bağlıdır. Oyuncu kalitesi, istikrar, teknik yönetim kalitesi, yıldız oyuncu sayısı, şans ve daha birçok değişken bunların arasına katılabilir. Dün geceki GS'ın ve uzun yıllardır FB'nin sorunu ise bunlardan hiçbiri değil. Sorun ilk 11'in en ucunda oynayan ayaklar. Bursa'nın ivmesine karşı aslında hiç de kötü olmayan bir performans sergileyen GS'da, atakların verimsiz ve etkin olmayışının sebebi Baros-Nonda ikilisinin olmayışıydı. Pozisyonların yeşil beyaz duvardan dönmesi kanat oyuncularının etkisiz ortalarından da kaynaklanıyordu ama savunmanın göbeğini sağa sola çekiştiren, kendini kaybettiren, ortalara kafa sokan kimse olmayınca Zapo-Ömer her topa rahat rahat vurma fırsatı ve zamanı buldular. Sabri-Keita ve Hakan-Kewell neredeyse hiç pozisyon üretemezken, takım formasyonunda kimin "striker" olduğu meçhuldü. Arda? Keita? Barış? Rijkaardsızlık bir anda santraforsuzluğa dönüşünce golü atan kazanıra döndü maç. Hala üst seviyede kalan eski Bursalı Mustafa Sarp, tek başına parlayan Ozan-Ergiç-Volkan-Sercan dörtlüsünü durduramazdı. Topal'ın şampiyonluk sezonundaki formunu bir türlü yakalayamaması hem Ayhan'a hem Linderoth'a yazık dedirtiyor kenarda. Leo Franco'nun önündeki iki kuleden istediği verimi ve iletişimi alamadığı da kesin. İlk haftalarda yüzyılın takımı ilan edilen 11'in bu hale gelişini erken form tutmayla açıklamak doğru değil.
FB'nin sorunu aynı olsa da ne yazık ki tek maçla sınırlı değil. Pierre'den öncesini bir kenara bırakırsak bu sorun hep mevcut. Takım ne kadar iyi olursa olsun, ileride topu kalecinin ötesine geçirecek bir çift krampon olmadı mı, o takım golsüzlüğe ve başarısızlığa mahkum oluyor. Birçok adam belki de uzun senelerdir tek santrafor oynamanın, kimi zaman da Alex'in gazabına uğruyor. FB tarihinin en büyük oyuncularından biri olarak kabul edilen (benim için en iyi yabancı) Brezilyalı solak kağıt üzerindekinin aksine FB'nin her zaman 2. santraforu olarak yer aldı ve ondan daha fazla üretken kimse etrafında yer alamadı. Kezman, Deivid ve Güiza bilinen hikayeler. Semih'in asla tercih edilmeyişi bir başka hikaye. Kazım ve Tuncay'dan devşirme santraforlar tek maçlık performanslarla sınırlı kaldı. Son dönemlere bakarsak Beschastnykh, Rebrov, İlhan gelip gidenler. Anelka'yı bu klasmana koymamak gerek. O Türk futbol tarihinin en kariyerli yabancısı olmasına rağmen, ve çok iyi maçlar çıkarmış olmasına rağmen, Türkiye ona bir boy ufak geliyordu, esas sorun buydu. FB'yi bir üst seviyeye çıkarmaya en yakın olunan Zico'lu sezonda eksik olan Kezman'ın yerine Luis Fabiano'nun olmayışıydı. Üst düzey herhangi bir santraforun, ki bu adamın kariyerli olması gerekmiyor, FB takımının birçok açığını kapatırdı. Ayağında top tutan, asist yapabilen, iyi şut atan, kafaya çıkan ve yılda 20 gol atan bir uç adama ihtiyaç olduğu açık, ama o kadar yıldızın arasına bu tipte bir adam katılamadı. Belki Alex'in bunları zaten yapıyor olmasından belki hatalardan belki de 14 milyon Euro verip yine de olmamasından. Elbette tek sorun en uç adamın yetersizliği değil ama, Avrupa'nın üst düzey 30 takımını inceleyip kötü santrafora (kötü performans da denebilir : Kezman-Güiza) rastlayamıyorsa insan, gerisi bahane diyor.
FB'nin sorunu aynı olsa da ne yazık ki tek maçla sınırlı değil. Pierre'den öncesini bir kenara bırakırsak bu sorun hep mevcut. Takım ne kadar iyi olursa olsun, ileride topu kalecinin ötesine geçirecek bir çift krampon olmadı mı, o takım golsüzlüğe ve başarısızlığa mahkum oluyor. Birçok adam belki de uzun senelerdir tek santrafor oynamanın, kimi zaman da Alex'in gazabına uğruyor. FB tarihinin en büyük oyuncularından biri olarak kabul edilen (benim için en iyi yabancı) Brezilyalı solak kağıt üzerindekinin aksine FB'nin her zaman 2. santraforu olarak yer aldı ve ondan daha fazla üretken kimse etrafında yer alamadı. Kezman, Deivid ve Güiza bilinen hikayeler. Semih'in asla tercih edilmeyişi bir başka hikaye. Kazım ve Tuncay'dan devşirme santraforlar tek maçlık performanslarla sınırlı kaldı. Son dönemlere bakarsak Beschastnykh, Rebrov, İlhan gelip gidenler. Anelka'yı bu klasmana koymamak gerek. O Türk futbol tarihinin en kariyerli yabancısı olmasına rağmen, ve çok iyi maçlar çıkarmış olmasına rağmen, Türkiye ona bir boy ufak geliyordu, esas sorun buydu. FB'yi bir üst seviyeye çıkarmaya en yakın olunan Zico'lu sezonda eksik olan Kezman'ın yerine Luis Fabiano'nun olmayışıydı. Üst düzey herhangi bir santraforun, ki bu adamın kariyerli olması gerekmiyor, FB takımının birçok açığını kapatırdı. Ayağında top tutan, asist yapabilen, iyi şut atan, kafaya çıkan ve yılda 20 gol atan bir uç adama ihtiyaç olduğu açık, ama o kadar yıldızın arasına bu tipte bir adam katılamadı. Belki Alex'in bunları zaten yapıyor olmasından belki hatalardan belki de 14 milyon Euro verip yine de olmamasından. Elbette tek sorun en uç adamın yetersizliği değil ama, Avrupa'nın üst düzey 30 takımını inceleyip kötü santrafora (kötü performans da denebilir : Kezman-Güiza) rastlayamıyorsa insan, gerisi bahane diyor.
Tuesday, 24 November 2009
Kültür
Hayat gelgitlerle dolu. Kimi zaman sarsıyor, kimi zaman sevindiriyor. Ne adım atacak cesaret kalıyor ne de birşey yapma isteği. Sonra geçer gibi oluyor, ama hatıralar gelip tekrar al aşağı ediyor insanı. Mehmet Demirkol yazmak disiplin işidir demiş; ben bazen o disiplini kaybedecek kadar duygusal ve tembel olabiliyorum. Blogun Türkçe karşılığı günlükse, ben günlük tutamıyorum. Yaptığım şey keyfim oldukça bir iki satır yazmak. Ama hayatta esas olan disiplindir, başarı disiplin olmadan gelmez. Kendimi, ara versem de hep dönüyor olma başarısıyla avutuyorum.
Iniesta ile başlayalım. Şu an yerde yatıyor. Chivu tekmeyi yapıştırdı; çünkü haketti, sağdan atıp soldan geçerek Rumen oyuncuyu küçük düşürmek üzereydi. İlker Yasin'in yalancısıyım, Rooney onun için dünyanın en büyük oyuncusu demiş. Bence de Messi-Ronaldo saçmalığından öte bir adam. Xavi'den daha üstün mü tartışırım, Ronaldo'dan hızlı mı bilmiyorum, Messi kadar kıvrak mı incelemek lazım. Ama mütevazi ve sessiz bir adam olması onu sempatik yapıyor. Nou Camp'ta bu hallere düşeceği aklına gelmeyen adam Eto'o ona baktıkça gıpta ediyor mudur acaba? Bu sene çok iyi olmayan Barça'nın Inter'e karşı geçen seneden bir 45 dakika izlettirmesi de Afrikalı oyuncunun şanssızlığı. Messi-Ibra yok, ama tribünler altyapıdan çıkan Pedro'yu alkışlıyor. Rubin 1 puan aldı, bu haftadan geçen sezonun efsane takımının elenmesi tatsız olurdu, neyse ki olmadı. Haftasonu El Clasico var, kadrolar müthiş, ama Barça'nın silkelediği Inter kadrosuna da kim laf edebilir ki?
Julio Cesar-Maicon-Samuel-Lucio-Chivu-Cambiasso-Stankoviç-Motta-Zanetti-Milito-Eto'o
Iniesta ile başlayalım. Şu an yerde yatıyor. Chivu tekmeyi yapıştırdı; çünkü haketti, sağdan atıp soldan geçerek Rumen oyuncuyu küçük düşürmek üzereydi. İlker Yasin'in yalancısıyım, Rooney onun için dünyanın en büyük oyuncusu demiş. Bence de Messi-Ronaldo saçmalığından öte bir adam. Xavi'den daha üstün mü tartışırım, Ronaldo'dan hızlı mı bilmiyorum, Messi kadar kıvrak mı incelemek lazım. Ama mütevazi ve sessiz bir adam olması onu sempatik yapıyor. Nou Camp'ta bu hallere düşeceği aklına gelmeyen adam Eto'o ona baktıkça gıpta ediyor mudur acaba? Bu sene çok iyi olmayan Barça'nın Inter'e karşı geçen seneden bir 45 dakika izlettirmesi de Afrikalı oyuncunun şanssızlığı. Messi-Ibra yok, ama tribünler altyapıdan çıkan Pedro'yu alkışlıyor. Rubin 1 puan aldı, bu haftadan geçen sezonun efsane takımının elenmesi tatsız olurdu, neyse ki olmadı. Haftasonu El Clasico var, kadrolar müthiş, ama Barça'nın silkelediği Inter kadrosuna da kim laf edebilir ki?
Julio Cesar-Maicon-Samuel-Lucio-Chivu-Cambiasso-Stankoviç-Motta-Zanetti-Milito-Eto'o
Saturday, 21 November 2009
Gözler Santrada
Bir örnek giyinmiş 45bin taraftar stadyumda, tüm gözler sahadaydı...
Fakat bu sefer santra noktasında meşin yuvarlak değil,
beyaz güllerle kaplanmış, son yolculuğuna uğurlanan Enke’nin tabutu vardı.
2003 yılında Frank Rijkaard, Louis van Gaal’den görevi devralınca
Rüştü kiralik olarak Barcelona’ya gitti, Enke de kiralik olarak Christoph Daum’lu Fenerbahçe’ye geldi.
Ancak Fenerbahçe 10 Ağustos günü İstanbulspor’a 3-0 mağlup oldu.
Yediği gollerde hatalı olduğunu düşünen Fenerbahçe taraftarı Enke’yi protesto etti ve tribünden su şişeleri, çakmaklar yağdırdı; kendi sahasında, kendi futbolcusuna.
Ben o sırada tatildeydim, deniz kıyısında rakı içip balık yiyordum.
Maçı rakı soframdan seyretmiş, muhtemelen Enke’ye de sövmüştüm.
Birkaç gün sonra ben İstanbul'a döndüm, Enke de İspanya’ya.
Sonrasında 4 ay Barcelona’da takımdan ayrı olarak çalıştı, 2004 Ocak ayında İspanya ikinci ligindeki Tenerife’ye kiralandı. Tenerife’de iyi oynadı, yükseldi, futbolseverlerin sevgisini kazandı.
Temmuz 2004’te bedelsiz olarak Bundesliga’ya döndü, Hannover 96 ile 2 yıllık anlaşma imzaladı. Kulübün as kalecisi olup Kicker dergisinin düzenlediği ankette spor dünyası tarafından ligin en iyi kalecisi seçildi, başarı ve istikrara kavuştu.
Yükselişi Stuttgart gibi daha büyük bir takıma transfer ihtimalini doğurduysa da Aralık 2006’da Hannover 96 ile 2009-2010 sezonu sonuna kadar anlaşma yeniledi, spekülasyonları bitirdi.
Eylül 2006’da 2 yaşındaki kızı Lara’yı bir kalp hastalığı nedeniyle kaybedince zor günler ve depresyon geri döndü. Aslında eşinin ve doktorunun anlattıklarına göre depresyonun temelleri 2003 yılına kadar gidiyordu.
Eşi Teresa Enke “Depresyon süreci kolay olmadı. Ama birlikte üstesinden geldik.
Çünkü Barcelona ve İstanbul’dan bir süre sonra iyi durumdaydık, doktorların da yardımıyla atlattık. Geleceğe dair umutluyduk. Lara’yı kaybettikten sonra daha da yakınlaştık. Sevgimizle her şeyin üstesinden gelebiliriz diye düşünüyorduk. Ama bunu her zaman yapamıyorsunuz.” dedi.
Doktoru Valentin Markser, birkaç başarısız transfer yaşadığı 2003 yılından beri Enke’yi tedavi ettiğini, kendisinin “depresyon ve başarısız olma korkusu” yaşadığını söyledi. İntihar günü ise iyi hissettiğini ve tedaviye gelmeyeceğini söylemişti.
Anlaşılan Enke’nin kaçırmaması gereken bir treni vardı.
2007-08 sezonunda arkadaşları tarafından takım kaptanı seçilen, 2008-2009 sezonunda tekrar en iyi kaleci ödülünü alan Enke, 10 Kasım'da son atlayışını bir trenin önüne yaptığında halen Hannover 96’nin kaptanı ve Almanya’nın en iyi kalecisiydi.
İntihar ettiğinde yaklaşık 6 yıldır depresyondaydı ve rahatsızlığının ortaya çıkması durumunda Mayıs 2009’da evlat edindikleri Leila’nın ellerinden alınmasından “ölesiye” korkuyordu.
Barcelona, o gece oynadığı maçta 1 dakikalık saygı duruşunda bulundu.
21-22 Kasım Bundesliga maçlarında ve Benfica'nın oynayacağı ilk maçta da saygı duruşu yapılacağı açıklandı.
Enke’nin Hannover’deki AWD-Arena’da yapılan cenaze törenine 45bin kişi katıldı.
Bizim derbiler dahil birçok maça zar zor topladığımız bir sayıyla, gerçek taraftarlar ve Almanya’nın önde gelen isimleriyle birlikte.
Alman Futbol Federasyonu Başkani Zwanziger;
“Futbol yaşamdaki her şey olmamalı. Siz taraftarlar, kahramanlarınızın günlük hayatlarında karşılaştıkları baskılara daha fazla anlayış göstermelisiniz.
Gelecekte Almanya’nın yıldızları olacak futbolcuların aileleri; eğer çocuklarınızın bir gün milli takım oyuncuları olacaklarını düşünüyorsanız, sadece zaferi düşünmeyin” dedi. Oysa görünüşe bakılırsa bu sözleri asıl duyması gereken Almanya’daki değil, Türkiye’deki tribünleri dolduranlar olmalıydı. Sahada ve özel hayatında sınır tanımadan üzerlerine gidilen genç futbolcuların bir hafta kahraman bir hafta hain ilan edildikleri Türkiye’deki.
Hannover 96 Kulübü Başkanı Martin Kind;
“Enke’yi sadece elde ettiği başarılar popüler yapmadı. Kişiliği bunda büyük pay sahibiydi. Sen kelimenin tam anlamıyla 1 numaraydın. Bu yüzden kalplerimiz çok ağır durumda” dedi.
İşte bu yüzden Hannover 96 kulübü 1 numaralı formayı Enke’nin anısıyla birlikte emekliye ayırmayı düşünüyor.
Törende Hannover 96’nın şarkısı Alte Liebe “Eski Aşk” ve You’ll Never Walk Alone çalındı, The Rose şarkısı esliginde Enke arkadaşları tarafından son yolculuğuna taşındı.
15 Kasım günü, Enke 2004 yılından beri ter döktüğü sahayı son kez terk etti.
2 yaşında kaybettiği kızı Lara’nın yanına gitmek üzere...
Bence o bir kahramandı, belki de bir sihirbaz. Ne de olsa 2004 yılından bu yana iyi bir performans yakalamış, bizim ilk maçında hiç utanmadan ona savurduğumuz çakmak ve şişeleri 45bin kişinin gözleri önünde bembeyaz güllere çevirmişti. Ama galiba hayat çok fazla üzerine geldi.
Hafta sonu “derbi” var.
Biz şimdiden çıkacak olayları, tribünlerdeki küfürleri, hangi futbolcuların göklere çıkarılıp, hangilerinin yerin dibine sokulacağını bekliyoruz. Kimimiz stadyumda bağıracak, kimimiz rakı sofrasından sövecek, “bu takım adam olmaz” diyecek.
Ama kimse “ben gerçek bir taraftar olabilecek miyim, ben Hannover 96 taraftarı kadar vefalı, futbolcusuna sahip çıkan, onu asla yalnız yürütmeyen bir taraftar olabilecek miyim” diye düşünmeyecek.
Zaten insan düşünmeden edemiyor. Bizim “derbi”den önce saygı duruşu olsa ne olur, olmasa ne olur. Zaten yıllardır sessiz sedasız bir saygı duruşunda bulunmaktan bile aciz değil miyiz? Bizim “derbi”ler çook uzun zaman önce traş bıçağı oldu bile.
Enke’nin oynadığı tüm takımlar, tüm ülkeler gibi Fenerbahçe’nin de Türkiye’nin de kendisine bir gönül borcu vardır, olmalıdır.
Maçtan önce yapılacak bir saygı duruşu, kendisine yaptiklarımızdan dolayı üzgün olduğumuzu ama aradan geçen bunca yılda yaptıklarına ve üstesinden geldiklerine, gelebildiği kadarına duyulan saygıyı anlatır belki de. Tabii eğer çıt çıkarmadan yapılabilecek bir saygı duruşu olursa, saygısızlık yerine.
Bir de gönül istiyor ki Fenerbahçeli futbolcular ellerinde Almanca bir pankart ile çıksalar sahaya. Ama üzerinde ne yazması gerekir, insan karar veremiyor.
“keşke burada olsaydın” mı, yoksa “keşke buraya hiç uğramasaydın” mı?
Belki de tüm bunların acısını da içinde taşıyan sadece bir “keşke” bile yeterli olur.
Sen çöküyordun, ben rakı içiyordum. Keşke seni anlayabilseydim.
Beni ve bizi affet.
Hannover 96 şarkısı Alte Liebe
AWD Arena'da You'll never walk alone
The Rose ile veda
BBC Haber
Telegrahp foto galerisi
by eA
Fakat bu sefer santra noktasında meşin yuvarlak değil,
beyaz güllerle kaplanmış, son yolculuğuna uğurlanan Enke’nin tabutu vardı.
2003 yılında Frank Rijkaard, Louis van Gaal’den görevi devralınca
Rüştü kiralik olarak Barcelona’ya gitti, Enke de kiralik olarak Christoph Daum’lu Fenerbahçe’ye geldi.
Ancak Fenerbahçe 10 Ağustos günü İstanbulspor’a 3-0 mağlup oldu.
Yediği gollerde hatalı olduğunu düşünen Fenerbahçe taraftarı Enke’yi protesto etti ve tribünden su şişeleri, çakmaklar yağdırdı; kendi sahasında, kendi futbolcusuna.
Ben o sırada tatildeydim, deniz kıyısında rakı içip balık yiyordum.
Maçı rakı soframdan seyretmiş, muhtemelen Enke’ye de sövmüştüm.
Birkaç gün sonra ben İstanbul'a döndüm, Enke de İspanya’ya.
Sonrasında 4 ay Barcelona’da takımdan ayrı olarak çalıştı, 2004 Ocak ayında İspanya ikinci ligindeki Tenerife’ye kiralandı. Tenerife’de iyi oynadı, yükseldi, futbolseverlerin sevgisini kazandı.
Temmuz 2004’te bedelsiz olarak Bundesliga’ya döndü, Hannover 96 ile 2 yıllık anlaşma imzaladı. Kulübün as kalecisi olup Kicker dergisinin düzenlediği ankette spor dünyası tarafından ligin en iyi kalecisi seçildi, başarı ve istikrara kavuştu.
Yükselişi Stuttgart gibi daha büyük bir takıma transfer ihtimalini doğurduysa da Aralık 2006’da Hannover 96 ile 2009-2010 sezonu sonuna kadar anlaşma yeniledi, spekülasyonları bitirdi.
Eylül 2006’da 2 yaşındaki kızı Lara’yı bir kalp hastalığı nedeniyle kaybedince zor günler ve depresyon geri döndü. Aslında eşinin ve doktorunun anlattıklarına göre depresyonun temelleri 2003 yılına kadar gidiyordu.
Eşi Teresa Enke “Depresyon süreci kolay olmadı. Ama birlikte üstesinden geldik.
Çünkü Barcelona ve İstanbul’dan bir süre sonra iyi durumdaydık, doktorların da yardımıyla atlattık. Geleceğe dair umutluyduk. Lara’yı kaybettikten sonra daha da yakınlaştık. Sevgimizle her şeyin üstesinden gelebiliriz diye düşünüyorduk. Ama bunu her zaman yapamıyorsunuz.” dedi.
Doktoru Valentin Markser, birkaç başarısız transfer yaşadığı 2003 yılından beri Enke’yi tedavi ettiğini, kendisinin “depresyon ve başarısız olma korkusu” yaşadığını söyledi. İntihar günü ise iyi hissettiğini ve tedaviye gelmeyeceğini söylemişti.
Anlaşılan Enke’nin kaçırmaması gereken bir treni vardı.
2007-08 sezonunda arkadaşları tarafından takım kaptanı seçilen, 2008-2009 sezonunda tekrar en iyi kaleci ödülünü alan Enke, 10 Kasım'da son atlayışını bir trenin önüne yaptığında halen Hannover 96’nin kaptanı ve Almanya’nın en iyi kalecisiydi.
İntihar ettiğinde yaklaşık 6 yıldır depresyondaydı ve rahatsızlığının ortaya çıkması durumunda Mayıs 2009’da evlat edindikleri Leila’nın ellerinden alınmasından “ölesiye” korkuyordu.
Barcelona, o gece oynadığı maçta 1 dakikalık saygı duruşunda bulundu.
21-22 Kasım Bundesliga maçlarında ve Benfica'nın oynayacağı ilk maçta da saygı duruşu yapılacağı açıklandı.
Enke’nin Hannover’deki AWD-Arena’da yapılan cenaze törenine 45bin kişi katıldı.
Bizim derbiler dahil birçok maça zar zor topladığımız bir sayıyla, gerçek taraftarlar ve Almanya’nın önde gelen isimleriyle birlikte.
Alman Futbol Federasyonu Başkani Zwanziger;
“Futbol yaşamdaki her şey olmamalı. Siz taraftarlar, kahramanlarınızın günlük hayatlarında karşılaştıkları baskılara daha fazla anlayış göstermelisiniz.
Gelecekte Almanya’nın yıldızları olacak futbolcuların aileleri; eğer çocuklarınızın bir gün milli takım oyuncuları olacaklarını düşünüyorsanız, sadece zaferi düşünmeyin” dedi. Oysa görünüşe bakılırsa bu sözleri asıl duyması gereken Almanya’daki değil, Türkiye’deki tribünleri dolduranlar olmalıydı. Sahada ve özel hayatında sınır tanımadan üzerlerine gidilen genç futbolcuların bir hafta kahraman bir hafta hain ilan edildikleri Türkiye’deki.
Hannover 96 Kulübü Başkanı Martin Kind;
“Enke’yi sadece elde ettiği başarılar popüler yapmadı. Kişiliği bunda büyük pay sahibiydi. Sen kelimenin tam anlamıyla 1 numaraydın. Bu yüzden kalplerimiz çok ağır durumda” dedi.
İşte bu yüzden Hannover 96 kulübü 1 numaralı formayı Enke’nin anısıyla birlikte emekliye ayırmayı düşünüyor.
Törende Hannover 96’nın şarkısı Alte Liebe “Eski Aşk” ve You’ll Never Walk Alone çalındı, The Rose şarkısı esliginde Enke arkadaşları tarafından son yolculuğuna taşındı.
15 Kasım günü, Enke 2004 yılından beri ter döktüğü sahayı son kez terk etti.
2 yaşında kaybettiği kızı Lara’nın yanına gitmek üzere...
Bence o bir kahramandı, belki de bir sihirbaz. Ne de olsa 2004 yılından bu yana iyi bir performans yakalamış, bizim ilk maçında hiç utanmadan ona savurduğumuz çakmak ve şişeleri 45bin kişinin gözleri önünde bembeyaz güllere çevirmişti. Ama galiba hayat çok fazla üzerine geldi.
Hafta sonu “derbi” var.
Biz şimdiden çıkacak olayları, tribünlerdeki küfürleri, hangi futbolcuların göklere çıkarılıp, hangilerinin yerin dibine sokulacağını bekliyoruz. Kimimiz stadyumda bağıracak, kimimiz rakı sofrasından sövecek, “bu takım adam olmaz” diyecek.
Ama kimse “ben gerçek bir taraftar olabilecek miyim, ben Hannover 96 taraftarı kadar vefalı, futbolcusuna sahip çıkan, onu asla yalnız yürütmeyen bir taraftar olabilecek miyim” diye düşünmeyecek.
Zaten insan düşünmeden edemiyor. Bizim “derbi”den önce saygı duruşu olsa ne olur, olmasa ne olur. Zaten yıllardır sessiz sedasız bir saygı duruşunda bulunmaktan bile aciz değil miyiz? Bizim “derbi”ler çook uzun zaman önce traş bıçağı oldu bile.
Enke’nin oynadığı tüm takımlar, tüm ülkeler gibi Fenerbahçe’nin de Türkiye’nin de kendisine bir gönül borcu vardır, olmalıdır.
Maçtan önce yapılacak bir saygı duruşu, kendisine yaptiklarımızdan dolayı üzgün olduğumuzu ama aradan geçen bunca yılda yaptıklarına ve üstesinden geldiklerine, gelebildiği kadarına duyulan saygıyı anlatır belki de. Tabii eğer çıt çıkarmadan yapılabilecek bir saygı duruşu olursa, saygısızlık yerine.
Bir de gönül istiyor ki Fenerbahçeli futbolcular ellerinde Almanca bir pankart ile çıksalar sahaya. Ama üzerinde ne yazması gerekir, insan karar veremiyor.
“keşke burada olsaydın” mı, yoksa “keşke buraya hiç uğramasaydın” mı?
Belki de tüm bunların acısını da içinde taşıyan sadece bir “keşke” bile yeterli olur.
Sen çöküyordun, ben rakı içiyordum. Keşke seni anlayabilseydim.
Beni ve bizi affet.
Hannover 96 şarkısı Alte Liebe
AWD Arena'da You'll never walk alone
The Rose ile veda
BBC Haber
Telegrahp foto galerisi
by eA
Friday, 13 November 2009
Sunday, 8 November 2009
Kaderin Böylesine ...
Hull City-Stoke City : 2-1
Dakika 81; oyuna giren oyuncu : Tuncay Şanlı
Dakika 88; oyundan çıkan oyuncu : Tuncay Şanlı
Dakika 81; oyuna giren oyuncu : Tuncay Şanlı
Dakika 88; oyundan çıkan oyuncu : Tuncay Şanlı
Chelsea-ManU
Evet tempo vardı, evet her zamanki gibi koş koş oynandı ama geçen senki PL maçlarını bulamıyorum sanki. Bir şeyler eksik. Inter-Roma maçı şu an oynanıyor ve çok daha keyifli bir çarpışma var sahada. İngiltere'de maç kilitlenmişti. Kademeli savunmalar, savunma oyuncularının hatasız vurduğu kafalar. En sonunda ManU bir hata yaptı ve duran toptan Terry golü attı. Maç öyle de bitti. Anelka dışında ekstra iş yapan kimse yoktu. Essien yıkılmak bilmeyen fiziğiyle bence şu an dünyanın en iyi ön liberosu. Drogba da fazla tırmalayamadı, Manchester'ın takım savunması zaten alan bırakmıyor. Ancelotti zaten iyi olan kadroyu düzene soktu ve takımı PL'in 1 numarası yapmış durumda. Şu an yarışta en yakınında Arsenal var. ManU Ronaldo'suz bir gömlek aşağıda. Lpool gerilerde, City takım olamadı. Bu sene rahat bir şampiyonluğa doğru gidiyorlar. Wenger'in gençlerinin yeterince tecrübesi olmadığı aşikar, Chelsea'ye rakip olamazlar.
Madrid Derbisi
Ronaldo'suz Real'in karşısında Agüero'suz bir Atletico vardı. İstikrar abidesi Kaka oyun başlar başlamaz golünü attı, ardından Marcelo ters kanatta sıfırdan kapalı köşeden müthiş bir gol attı. Erken bitti aslında maç. 2. yarı Perea büyük bir hata yapınca her geçen gün daha da büyük bir golcü olmaya başlayan Higuain topu kaptı, döndü attı. 3-0 olunca Vicente Calderon hiç de beklediğim gibi yıkılmadı, tribünler sinirli bile değildi. 2. yarı oyuna giren Agüero hareketlendirdi ortalığı, bir Forlan bir kendisi attı. 3-4 senedir çok iyi kadrolara rağmen Sevilla, Valencia hatta Villareal'in yaptığını yapamıyor Atletico. Savunmada problemleri büyük. İyi stoperleri yok, takım savunmalarını tamamlayacak ön liberoları hiç yok. Kanatları ve forvetleri müthiş ama takım savunma yapamayınca bir adım ileri gidemiyorlar. Real ise yavaş yavaş takım oluyor, bu kadar kolay kazanmaları iyiye işaret. Ronaldo olmadan da büyük maç kazanmaları artı. Zaten Pellegrini'nin kaderi de buna bağlı. Takımın başında daha fazla kalmak için Alonso-Diarra ikilisini mutlaka daha iyi bir formata sokmalı. Savunma ve forvet yeterli gibi ama orta sahanın savunma tarafı daha güçlü olmazsa üst düzey maçlarda dağılacak gibi görünüyorlar. Gago bence Diarra'dan daha iyi ama geçen seneki çöküşte çok yıprandı, o yüzden biraz zamana ihtiyacı var.
Wednesday, 4 November 2009
Çirkinlik Diz Boyu
Dün akşamki maça ait sonra yazacağım. Tribünlerdeki rezilliği sabah idrak edebildim. Başkan başarısız olabilir ama bu çirkinliği yaşatmaya kimsenin hakkı yok. BJK futbol takımı değil camiasıdır eriyip giden.
Tuesday, 3 November 2009
Sağlam Maç Listesi
CL
Atletico Madrid-Chelsea : 03.11 Salı 21:45
BJK-Wofsburg : 03.11 Salı 21:45
Milan-Real Madrid : 03.11 Salı 21:45
UEFA
Dinamo Bükreş-GS : 05.11 Perşembe 20:00
Hamburg-Celtic : 05.11 Perşembe 20:00
Roma-Fulham : 05.11 Perşembe 20:00
Everton-Benfica : 05.11 Perşembe 22:05
FB-Steaua Bükreş : 05.11 Perşembe 22:05
Villareal-Lazio : 05.11 Perşembe 22:05
Atletico Madrid-Chelsea : 03.11 Salı 21:45
BJK-Wofsburg : 03.11 Salı 21:45
Milan-Real Madrid : 03.11 Salı 21:45
UEFA
Dinamo Bükreş-GS : 05.11 Perşembe 20:00
Hamburg-Celtic : 05.11 Perşembe 20:00
Roma-Fulham : 05.11 Perşembe 20:00
Everton-Benfica : 05.11 Perşembe 22:05
FB-Steaua Bükreş : 05.11 Perşembe 22:05
Villareal-Lazio : 05.11 Perşembe 22:05
Sunday, 1 November 2009
Cumartesi
Güzel maçlar vardı. Napoli 2-0 geriden gelip deplasmanda Juve'yi 2-3 yendi, Hamsik 2 gol attı, Amauri De Sanctis'e son saniyede çift dalınca kırmızıyı gördü. Zaten Juve'nin nasıl 2-0 öne geçtiğini izlemek maçı keşfetmeye yetiyor. Trezeguet'nin golü fena değil, 2. gol ise Napoli savunmasının asisti. Ferrara'nın takımı istikrarlı bir onbire kavuşturamadığı ve takımı Diego'dan başka ileri götürecek oyuncu bulamadığı görülüyor. Giovinco çok genç, forvetler çakılı, orta sahada defansif oynayanlar tek taraflı oyunun üretkensizliğinde boğuluyor. Bu maçta savunmayı da iyi yapamayınca Hamsik meydanı boş buldu ve affetmedi. Napoli zaten iyi bir takım, onları hapsedemeyince hücumda da etkili olmalarına fırsat vermiş oluyorsunuz. Daum'un GS maçı boyunca her pozisyon sonrası blokları koruyun işaretlerini hepimiz gördük. Bu oyunun olmazsa olmazı kademeli savunma. Açıklar ancak böyle kapanıyor.
Bu sene bunu yapamayan diğer takım da bu işin kitabını yazan Benitez'inki. Fulham'dan 3 gol 2 kırmızı kart yemeleri savunmada Kyriagos'un varlığıyla korkunç bir hal aldı. Degen-Carragher maçı çevirmek isteyen tek adam olan Torres'e yardım etmediler. ManU galibiyeti dönüşün başlangıcı olamadı, L'pool yokuş aşağı gitmeye devam ediyor, bu sezon artık kaybedildi gibi. Chelsea ve ManU net galibiyetler alıyor, Arsenal de saman alevi gibi parlayan Tottenham'ın ateşini söndürdü. 2 dakikada 2 gol yiyen PL takımı şampiyonluğa oynayamaz. Tabii burada Fabregas'ın da hakkını vermek lazım, müthiş bir gol attı.
İspanya'da ise Madrid kör topal 10 kişi kazanırken (Albiol erken atıldı), Barça sürpriz kayıplar vermeye devam ediyor. 90'da Osasuna'dan golü yiyip 1-1'le puan bıraktılar. Geçen sezonu artıyorlar. Herşeyi kazandıktan sonra Guardiola'nın birşeyleri değiştirme çabası boşuna değildi ama henüz işe yaramadı. Çünkü sadece strikerı değiştirmekle herşey çözülmüyor. Sorun savunmada. Alves'in yokluğu çok önemli. Milito'nun dönmesi onları pozitif etkileyebilirdi. Aynı Ronaldinho'nun Milan'a dönüşü gibi. Formunu ve etkisini arttırdıkça takım kıpırdanıyor. Topu ileri sürüklüyor, rakibinin üstüne üstüne gidiyor. Herşeyden önemlisi hızlanmış durumda. Pato ve Borriello'nun gol atmaya başlamaları bu yüzden. Parma'yı 2 golle geçerlerken azıcık üzüldüm ama Milan toparladı, yine de üst seviyede değiller, Serie A'da ilk 4'te olacaklardır.
Son satırlar hala çağ atlayamayan Mustafa Hoca'ya. 3 günde bir maç oynayamayan takımın CL'de ne işi var hala anlayamamış. Türkiye'nin maçı, sizin için savaşıyoruz ağlamaları bence artık eskidi. Bunu tartışma konusu yapıyor olmak yetersizlikten başka birşey değil. Geçen senenin şampiyonunun siyah beyazlılar olması esas kaybıdır Türk futbolunun.
Bu sene bunu yapamayan diğer takım da bu işin kitabını yazan Benitez'inki. Fulham'dan 3 gol 2 kırmızı kart yemeleri savunmada Kyriagos'un varlığıyla korkunç bir hal aldı. Degen-Carragher maçı çevirmek isteyen tek adam olan Torres'e yardım etmediler. ManU galibiyeti dönüşün başlangıcı olamadı, L'pool yokuş aşağı gitmeye devam ediyor, bu sezon artık kaybedildi gibi. Chelsea ve ManU net galibiyetler alıyor, Arsenal de saman alevi gibi parlayan Tottenham'ın ateşini söndürdü. 2 dakikada 2 gol yiyen PL takımı şampiyonluğa oynayamaz. Tabii burada Fabregas'ın da hakkını vermek lazım, müthiş bir gol attı.
İspanya'da ise Madrid kör topal 10 kişi kazanırken (Albiol erken atıldı), Barça sürpriz kayıplar vermeye devam ediyor. 90'da Osasuna'dan golü yiyip 1-1'le puan bıraktılar. Geçen sezonu artıyorlar. Herşeyi kazandıktan sonra Guardiola'nın birşeyleri değiştirme çabası boşuna değildi ama henüz işe yaramadı. Çünkü sadece strikerı değiştirmekle herşey çözülmüyor. Sorun savunmada. Alves'in yokluğu çok önemli. Milito'nun dönmesi onları pozitif etkileyebilirdi. Aynı Ronaldinho'nun Milan'a dönüşü gibi. Formunu ve etkisini arttırdıkça takım kıpırdanıyor. Topu ileri sürüklüyor, rakibinin üstüne üstüne gidiyor. Herşeyden önemlisi hızlanmış durumda. Pato ve Borriello'nun gol atmaya başlamaları bu yüzden. Parma'yı 2 golle geçerlerken azıcık üzüldüm ama Milan toparladı, yine de üst seviyede değiller, Serie A'da ilk 4'te olacaklardır.
Son satırlar hala çağ atlayamayan Mustafa Hoca'ya. 3 günde bir maç oynayamayan takımın CL'de ne işi var hala anlayamamış. Türkiye'nin maçı, sizin için savaşıyoruz ağlamaları bence artık eskidi. Bunu tartışma konusu yapıyor olmak yetersizlikten başka birşey değil. Geçen senenin şampiyonunun siyah beyazlılar olması esas kaybıdır Türk futbolunun.
Subscribe to:
Posts (Atom)